Güzel bir yaşamdı pembe hayallerin ardından gelecek olan.
Kurduğumuz düşler ve daha hiç keşfedilmemiş bir hayat vardı yüreklerimizde. Ellerimizin birbirini bulması hiç bir zaman yok olmayan bir heyacandı Bir çok gidiş, yok oluş, yıkılış yaşadı kalplerimiz. Yılmadı bunca acıya dayandı yüreklerimiz. Sevmenin ne demek olduğunu ve beyaz bir defterin sayfalarına asla yazılamayacak olduğunu anlatırdı sözlerimiz Ayrılık aklımızın ucundan bile geçmeyen, hatta hiç kullanmadığımız ve bilmediğimiz bir kelimeydi. Bilemezdim ki beni bir uçurumdan aşşağıya itip gideceğini Düşmedim tutundum acılarıma Bitmedim gittin diye Bir kalbin nasıl parçalara bölünebileceğini, Bir hançerin arkadan nasıl saplanacağını, ve bir kurşunla hayallerin tam alnının ortasından nasıl vurulabileceğini öğrettin bana Oysa güzel bir yaşamdı pembe hayallerimin ardından gelecek olan Kurduğum düşler ve daha hiç keşfedilmemiş bir hayat vardı yüreğimde, uçsuz bucaksız bir yaşam vardı. Sen gidişinle el salladın bu hayallere Beni kaybettin sen, Uçsuz bucaksız hayalleri olan bu yüreği Kaybettin Bense, sadece hayallerimden sıfır aldım
Sana geliyorum umut tarlalarına " sevdamızın " güneşini ekerek. Vuslat kelimelerini tozlu raflardan indirip sana geliyorum. Biliyorum, avuçlarında hasretin alazları yanıyor.. Külleniyor vuslatın kelimeleri yüreğinde.. Bekle beni, avuç içlerindeki kör olası yangınları ıslak kirpiklerimle söndürmeye geliyorum. Yürüyorum zifiri uçurumları aşarak. Gözlerin " gelecek diye " perdelerin arasında gözyaşıyla ıslanmasın. Ben karanfillerin gülümsediği kuşluk vaktinde saçlarına süzüleceğim. Haydi, saat çoktan gece yarısını geçmiş olmalı oralarda..Uyutamasan da hasreti, ne olur gözlerini kapa yıldızlara.. Ben gelirken, yüzündeki hüzün bulutlarını topla göğünden ve uykuya dalmış " vuslat " türkülerini kaldır kirpiklerinden..
Umut fakiri sevdamla kana kana gülüşlerini avuçlarından içmeye geliyorum. Uykular haram sana kavuşana kadar. Geldiğimde bir tutsam ellerini, bir öpsem yüreğini goncalar tebessüm edecek toprağın altından..Güller dökülecek yıldızların avuçlarından..Ah bir sarılsam sana..Rüzgar bile kıskanırdı kavuşmamızı..Sana geliyorum. Leyla sına ağlamaklı Mecnun yoldaşım, Aslı sına kavuşması prangalı Ferhat ise arkadaşım oldu bu yolculukta. Biliyorum zaman akmıyor takvimlerin belinden..Saatler gece yarısını çoktan geçse de uzanamıyorsun yatağına..Hissediyorum bana kavuşmadan yatağına sanki çiviler serpiştirilmiş..Haydi, kapat perdelerini..Süzülmesin gözlerinden yanağına doğru ıslak nehirlerin..Mahpusa düşmesin sevda kokan kelimelerin..Bekle beni, geldiğimde cebinde biriktirdiğin gözyaşlarını yüreğimde kurutacağım. Doya doya sarılıp gözlerinde baharları soluyacağım.
Sana geliiyorum yetim cocukların düşlerini sırtıma yüklenerek. Aşındırıyorum vuslat kaldırımlarını..Karanlığı eze eze sana koşuyorum. Aldırma ellerimin titremesine. Kolay mı gözlerindeki solduğum " hayali " Cenneti nefesinde hissetmek ? Kolay mı ellerine sürülmüş bahar kokusunu doyasıya içime çekmek ? Kolay değil elbet..Kelimeler anlatamıyor içimde büyüyen heyecanı..Of dizlerim titriyor yine.. Ter basıyor alnımı..Yıllar haince güneşini vursalar da , gülen yüzünü soldursa da acılar ne olur ağlama ne olur..Sabır elbisesini giyin üzerine..Umutlarını kanatlandır karanlık gökyüzüne..Ben senin icin yollardayım..Azığım gülüşün , katığım acıların olmuşken biraz daha dayan gül yüreklim..Geldiğimde " vuslat " ateşiyle küllendireceğim arsız sancılarını..Ben sökeceğim takvimlerde asılı kalmış gözyaşlarını..Ne olur taş kundaklarda uyut hasretini..Ne olur silme ıslak kirpiklerini..Ben o ıslak yüreğini " sıcak umutlarımla" sileceğim..
Yürüyorum karlı dağları birer birer aşarak. Yorulsam bir an, buğulu bakışlarında " sağır akşamları " senin yanında karşılamanın huzuruyla dinleniyorum..Of serçe edalı bulutların koynunda yürür gibi sana koşuyorum. Bazen yolunu kaybetmiş yağmur yüklü bulutlar " vuslatın " kentini soruyor bana..Bende peşimden gelmelerini söylüyorum..Gögünü yitirmiş kuşları peşime takıp hep birlikte sana geliyoruz..
Sana geliyorken yokluğunu küllendirdim aldığım her nefeste..Hayalimde gözlerini kaç kez öptüm..Kaç kez gül bahçelerinden cicekleri çaldım....Sana geliyorum utangaç ve mahçup bir cocugun düşlerini yüregine sermek için. Gelirken, kaç kez pusulara düştüm. Hor görüldüm karanlıklarda...Öyle zifiri idi öyle katransıydı ki geceler, bastığım her adımda Yusuf un kör kuyuları sandım. Lokma lokma acılarını sundular boğazıma..Ne olur üzülme sen.. Gecelerde yakılsa da bedenim ne olur ağlama sen.. Küllerimden saçlarına gülleri motifleyeceğim.Denizlerin dibindeki incileri yüreğine dizeceğim..Biraz daha sabret uykusuzluga ve bu vuslat kokan yalnızlığa.
Uçurum kenarında toprağa kökleriyle delice tutunmuş "umut çiceklerini " yüreğimle toplamaya geliyorum. Başını dayayıp bir çocuk gibi utanmadan ağlayabileceğin " omuz " olmaya geliyorum.Dilimde Şehrayin türkülerini yakıp kaldırımları aşıyorum..Bil ki, bu yolculuk " vuslata " gebe.. Bu yolculuğun sonunda ya karanlıklarına yıldızları dizeceğim ya da saçlarına baharları işleyeceğim..Bu mapusluk, bu hasret bitecek elbet..Kangren gecelerin yoklugumda islenmeden, ak alınlı günlerin karanlığa bürünmeden kelebeklerin sırtından avuçlarına düşeceğim bir çiğ tanesi gibi..
Ayrılık, yarımların acısını bırakır ömrümüzün herhangi bir vaktine.
Yaşanılan acı sadece bir sözcüğün sıradanlığına sığdırılmıştır.
Oysa o, soluk alıp verilen her dakikada saklıdır.
Gecenin karanlığı ile gelen sızı, göçmen kuşların kanadına takılan sevinç,
kuzeyden esen rüzgarın kokusu, sonsuz dokunuştur ayrılık.
Giden biraz yaşanmışlık biraz da yaşanacak şeyler ***ürmüştür.
Biraz kendi ömründen biraz da onun ömründendir ***ürdüğü.
Oysa gözlerdeki ıssızlıkta bulunmuştur aranılan.
Hiç bir bencillik kıyılarına uğramadan yanaşılan bir limandır yaşanılan.
Onca kalabalığın içinde çırılçıplak bulunulan yalnızlıktır paylaştıkları.
Uzun zamanlardan topladıklarıdır birbirlerine sundukları.
Giden ***ürmüştür bir ömür biriktirdiği acıları da.
Bir kuş kanadının çırpınışı kadar kısadır.
Her şey bir anda bitiverir.
Bulunduğu gibi, yüreğe kabul edildiği gibi, anlaşıldığı gibi değildir bu.
Zamanın hızı daha acımasızca işler terk edişin durağında.
Başlarken duyulan kaygıların dizildiği, kuşkuların yer edindiği kadar uzun değildir ömrü.
İki kirpiğin buluşma anından daha hızlıdır bazen ayrılık.
O ilmek ilmek işlenen, günlerce diller dökülen ve bin türlü acının içinden
süzülerek getirilen sözcüklerin sihrinden yoksundur.
Çünkü hiçbir yıkımın hassaslığa ihtiyacı yoktur. Onda ayrıntı da yoktur.
O sadece yıkar giderken...
ve yıkım zaman ile bir bağ kurmaz.
Çünkü zamanın yeri yoktur gidenin bıraktığı yerde.
Giden zamanı da almıştır yanında, gelecek geçmişin gölgesindedir artık.
Mısralara sığmaz olur acının derinliği. Uçurumlar ile kıyaslanır yalnızlık.
Uçurum kenarında gezer güzel ve acı anılar. Her seferinde kalandır bu uçuruma devrilen.
Ve hep kalandır anıların cenderesinde boğulan. Fırtınalarda kaybolan,
girdaplara takılan.
Bilir ki kurtulduğu her fırtınadan, çıktığı her kuytuluktan yokluğu duyacaktır.
Bundandır ki hep kalan, ayrılığın nedenlerini düşünür uzun uzun.
Bir kuyunun derinliklerinde bulacağı ışığın onu getireceğini sanarcasına.
Çaresiz kalınca, sanık sandalyesini kurar. Bir kendini oturtur bir de gideni.
Ama bulamaz suçu tespit eden bir delil.
Hep pişmanlıktır gelip dilinin ucuna dolanan. Ve güzele dair anlara kızmaya başlar.
Güzel anlardan pişmanlıklar gelip oturur içine. İşte o zaman gerçekten bitmiştir aşk.
Yaşadığın güzellikten duyulan pişmanlık bitirir her şeyi.
Oysa kızılan ayrılıktır. Ayrılanın acımasızlığıdır. Belki de tanınamayandır kızılan.
Giden hep bir kapı aralamıştır kendine. Bir perde çekemez yaşadıklarına
ama daha bir güvenle bakar hayatına. Oysa hep bir kırık ayna taşır yanında
ve her düşündüğünde aşkı o aynadan bakar kendine.
Belki de kalandan beklediği itaattir, kabulleniştir, sesindeki çaresizliği hissediştir.
Bilmez ki ne büyük bir yalnızlıktır içine düştüğü.
Çünkü her veda kötü bir alışkanlık bırakır insanın hayatına.
Veda ettiğin gibi edilen olmanın da korkusunu salar yüreğine.
O, acımasızlığın nasıl olduğunu bilir.
Bunun içindir ki, aşkı bir önceki gibi yaşayamaz.
Çünkü aşkta acıma olmadığı gibi acımasızlığa da yer yoktur.
Bu nedenle her yeni aşka bu korkunun gölgesinde başlar giden.
Artık giden değil kalan olmanın korkusu taşıyandır.
Her ayrılık, bir filmin sahnelerini bir romanın sayfalarını andırır.
Bu yara bir daha asla kapanmaz ve hiçbir ilaç iyileştirmez sanılır.
Artık ne kuşların kanatlarına takılan sevinci duyumsar,
ne bir çocuğun tebessümünü fark eder ne de ağlamak onu teselli eder.
O sadece, yalnızlığının girdabında nasıl boğulduğunu düşünür.
Her ayrılık, bitmişliğin veya zor ile kazanılanın kolay kaybedilmesinin
kabullenilmemesidir;
kendisine sorulmadan alınan bu kararın incittiği onur,sevgi sözlerinin ardında gizlenmiş olan terk edişin bir anda bilinmesidir ayrılık acısı.
Her veda çıktığı kapıyı açık bırakır.
Arkasından kapatmaz, kapatamaz.
Çünkü o arkasına bakmadan gidendir.
Arkaya bakmanın, bıraktığı yıkıntıyı görmenin anılarında silinmeyen bir acının resmini çizeceğini bilir.
Bu nedenle hiçbir veda arkasına bakmaz ve bu nedenledir ki,
çıktığı kapıyı kapatmaz.
Oysa her veda şunu hep unutur;
her aşk bir veda kapısından girer.
Bir zamanlar, bütün duyguların üzerinde yaşadığı bir ada varmış:
Mutluluk, Üzüntü, Bilgi ve tüm diğerleri, Aşk dahil.
Bir gün, adanın batmakta olduğu, duygulara haber verilmiş. Bunun üzerine hepsi adayı terk etmek için sandallarını hazırlamışlar.Aşk, adada en sona kalan duygu olmuş çünkü mümkün olan en son ana kadar beklemek istemiş.Ada neredeyse battığı zaman, Aşk yardım istemeye karar vermiş. Zenginlik, çok büyük bir teknenin içinde, geçmekteymiş.Aşk, "Zenginlik, beni de yanına alır mısın?" diye sormuş.Zenginlik, "Hayır, alamam.Teknemde çok fazla altın ve gümüş var, senin için yer yok." demiş.Aşk, çok güzel bir yelkenlinin içindeki Kibir'den yardım istemiş. "Kibir, lütfen bana yardım et!", Kibir "Sana yardım edemem, Aşk. Sırılsıklamsın ve yelkenlimi mahvedebilirsin." diye cevap vermiş. Üzüntü yakınlardaymış ve Aşk yardım istemiş: "Üzüntü, seninle geleyim." Üzüntü "Of, Aşk, o kadar üzgünüm ki, yalnız kalmaya ihtiyacım var." Mutluluk da Aşk'ın yanından geçmiş; ama o kadar mutluymuş ki Aşk'ın çağrısını duymamış. Aşk, birden bir ses duymuş. "Gel Aşk! Seni yanıma alacağım..."Bu Aşk'tan daha yaşlıca birisiymiş. Aşk o kadar şanslı ve mutlu hissetmiş ki, onu yanına alanın kim olduğunu öğrenmeyi akıl edememiş. Yeni bir kara parçasına vardıklarında, Aşk'a yardım eden yoluna devam etmiş. Ona ne kadar borçlu olduğunu fark eden Aşk, Bilgi'ye sormuş: "Bana yardım eden kimdi?" Bilgi "O, Zaman'dı" diye cevap vermiş. "Zaman mı? Neden bana yardım etti ki?" diye sormuş Aşk. Bilgi gülümsemiş:
"Çünkü sadece Zaman Aşk'ın ne kadar büyük olduğunu anlayabilir"
Kalplerde yasayanlar asla ölmezler
Hüzün öylesine dilsizki...
Ay piriltisiyla parlayan gözlerini görmesemde yildizlara bakarken isterim gözlerimi gözlerimde
Yürek vurgunu nedir bilirmisin?
isyan ettimi yüregin diline ve yürek ülkendeki yarayi anlatabildimi dudaklarin
Kelimeler hic ihanet ettimi sana onlara en cok ihtiyacin oldugunda
Beni hep o anlarda terkettiler
Lal olur dilin mühürlenir yüregin sesizlik cok kalabalik gelir yüregine ve gözlerin yere eger bakislarini duymasin ister hic kimse izdirabini
hic hayal kurdunmu gecenin karasina aldirmadan
Gökyüzünün en ucuk mavisi kadar saf veyapmaciksizca...
Dokundunmu Bulutlara
Yagmur tenine düsünce titredinmi üsüdünmü sesizce
Her adimin ayrilik oldumu senin
Kaldirimlarda dinlemek ayakabilarinin sesini
ellerin cebinde olmali ve bedenin yaninda olmali düsüncelerin
en olmadik ucuk yerlere gitmeli
GÖZKAPAKLARINDA HÜZÜN TITREDIMI HIC
Masum olmali bu hüzün bir cocuk gibi
yanaklarindan süzülmesi icin bir ömür gecmeli
Rüzgar agliyorum nedenini bilmeden
Gül mü suclu gecemi anliyamadim
Yildizlar göz kirpiyor gökyüzünden yüregime
Belli etmesekte çoğu zaman tutku dolu baktık birbirimize.Sen derin okyanuslarda bense asla okuyamayacağım alice harikalar diyarında... Tartıştığımız esnalarda bile tek istediğimiz şey birbirimize sıkıca sarılmaktı ve asla ayrılmamaktı...Yağmurun altında bütün dünyaya,bütün insanlara,bütün engellere meydan okuyarak elele ıslanmaktı!..Aşk değil miydi bu...Aşk tı!..Hemde en derini,en hazini,en imkansızıydı değil mi?Söylenmemiş bir türküydü...Ama sen yada ben söylemek için ilk kelimeyi birbirimizden beklemedik mi?..Söyleyemedik mi?..Söyleyemedik sevdiğim ``Seni Seviyorum`` derken bile gerçek hislerimizi söyleyemedik...Kalıplaşmış aşk muhabbetleri yaptık diğerleri gibi.Ama öyle değildi...Değil di bizim sevdamız.Hangi söz,hangi cümle,hangi hayat,hangi aşk masalı benziyorduki bizimkine...Benim gönlümde sen, senin gönlünde ben kaç kez yabancı kaldık birbirimize...Kaç kez saklı kaldık yüreklerimizde...Öyle gözlerden akamayan bir damla yaş gibi.Hep suskun kaldık en masumca işlenen bir suç için...O suç aşk değil miydi?Suçların en güzeli değil miydi?Sen yada ben ne farkeder,bu suçu ikimiz de işlemedik mi?...
Gözlerinin hasretinde yüreğim, boşluklarda sesini arıyor. Yankılansa sesin odamda ve gözlerin geceme yıldız misali düşse yeter bana. Başka bir şey istemiyorum..
Bir tek gülüşün tüm acılarıma iyi gelecek kadar güzel ve seninle yaşayacağımız güzel günler tüm hayatıma bedel..
Boş duvarlara ismini söylüyorum ve seni yıldızlara soruyorum acaba neler yaptı diye.. Vurulmuşum sana, gözlerine yanıyorum bir alev topu gibi. Hasretin sanki volkan gibi köşebaşlarında patlıyor. Sensiz düşüncelere dalsam her fikrim kör kurşunlara isabet ediyor. Gözlerinden mahrum gecelerim katrana boyanıyor..
Uçurtmalarımı senden haber alır mı diye omuzlarımdan kaldırdım. Yüreğimi göçmen kuşlarla sana yolladım. Boş gelmeyeceklerdi biliyorum. Yüreğini ve gözlerini bırakacaklardı avuclarıma..
Acıların yarınlarda müjde kokan çiçeklerdi. Düşünsene karların altındaki çitlenbikleri.. Aylarca toprakla kar arasında kalırlar ama içlerinde hiçbir zaman umutsuzluğa yenilmezler. Yaprakları hazanı andırsa da içindeki umutlarını sererler dudaklarına.. Bahar oldu mu nazlı bir gelin gibi güneşin koynuna girerler. Tüm umutlarını güneşle sevda kokan yüreklere sererler..
Aynı o misal sen de hiçbir şeye yenilmeyeceksin. Yarınlarını bahar edip içindeki sevgi yapraklarını yüreğime sunacaksın. Her yaprağında ölümüne sevdanın naif duruşunu, yalnızlığa karşı dik başlılığını ve acılara karşı ****netini göreceğim. Gördükçe sımsıkı saracağım seni.. Bırakmayacağım seni acıların kollarına..
Bu kadar kolay pes etmeyecektik fani yaralarımıza.. İyileşmesi yıllar sürecek acılarına ben her gün nefesimle merhem olacağım. Yavaş yavaş iyileşeceksin.. Her güneşte sana umutları bırakacağım ve gözlerin dünden daha iyi parlıyorsa o zaman daha çok saracağım iyileşmen için.
Tüm acılarına ben kefilim.. Yeter ki sen mutluluklara gülümse..
Bütün hücrelerime yerleşen sevgini büyük bir azimle attım içimden..
Artık ne sevgim var ne nefretim sana..!Sevin..!
Yolunun ıraklığı değildi sebep, kilometrelerinde üzerine hiç birşey atma.! Kabullenmesi zor oldu ama sonunda idrak ettim Sevmiyosun beni.!Sevme..!hiçkimseye yapmadığım şeyi yaptım sana..Yalvardım..! Ama gururunun çoğu değerinden büyük olduğunu bugün anladım..Izdırap dolu gecelerime son veriyorum işte..Sevin..! Evet Vazgeçtim Senden..! doğru anladın..!
O kadar tarumar ki şimdi hücrelerim, öylesine çökük gözlerle bakıyorum ki hayata... tarifini bile anlatamam sanırım. şimdi unutacağımı bilsem çoktan gömerdim seni bir kaç heceye, ya da bilsem acı çekmeyeceğimi nice yerlerde aldatır, nice geceler gülümserdim alabildiğine...
Dedim ya; yolunun ıraklığı değildi sebep...senin uzaklığındı her seferde,gelişlerime gidişlerinle karşılık vermendi. Sıcaktaydı herkes ben üşüyordum oysa, tutmuyordun ellerimden. Her çalan telefonda umutluydum, çarpıyordu yüreğim... Her kapattığın telefonda yıkılıyordum, dizlerim tutmuyordu. döküyordum acımı ağır sancılarla hecelere... yapma diyordun sadece... yapma.... yaptırma diyordum o zaman...
Şimdi yine karşı karşıyayız.. beni hep sen terk ederdin geceleri... yatağa girdiğinde bambaşka bir dünya olurdu ve Himmet yoktu o dünyada... geceleri terk ederdin beni... sonra geri dönerdim sabahları. şimdi ben gidiyorum senden... suç atma hiç birşeye, suç atma hiç kimseye... ve
Şimdi vazgeçtim ben senden...
durma git...
git değer verdiğin gururuna dilerim mutlu eder seni...
Zifiri bir karanlığın içindeyim.İlk defa bir sıcaklık hissettim yüzümde…Anlayamamış bir ifade ile baktım kendime.Mutlu değildim ve ağlamıyordum yada öyle sanıyordum bedenimde.Sonra farkettim ki; ilk defa istemeden gözlerimden akan yaşın sıcaklığıydı bu.Bırakmak istedim kendimi biran.Sonra hırçın bir tavırla "Hayır" dedi yüreğim.
Çünkü yılların yıkılmaz bildiği,
yılların çökmez, yıpranmaz bildiği,
kral bellediği ben şimdi bir nefes alıp vermekten acizdim aslında.
Bırakamadım kendimi…Yıllar boyu hayatın kendini kandırdığı oyununu bozmak istemedim belkide.Tuttum kendimi.Bırakmayı öylesine istemiştim ki ama olmadı.Bıraksaydım yılların mucizesi, bir narin kumaş gibi olacaktı hayatın gözünde.
Derin bir nefes aldım ve çektim içimi sessizce ve sustum.Yürümeye başladım.
Sessiz ve sensiz karanlıkların içine…
Kim bile bilirdi ki o karanlığın denizebakan bir miladorun önüne çıkabileceğini.
Miladorlar öylesine umutsuzdu ki bu gece sanki denize isyan ediyor gibiydi.
Üstüne çıktım ve aşağıya bakmaya başladım yavaş yavaş yaklaşıyordum.Her adımımda sevdiklerim aklıma geliyordu tek tek
Ne vardı ki beni hayatta tutan yada ne varki beni bir kez olsun gülümsetebilen…
yaklaştıkca canım yanıyodu.
Sonra son bir kez olsun bakmak istediğim dünyadaki tek sevdiğime.baktıkca canım yanıyordu..
söyleyemediğimden mi yoksa hissetiklerimden mi yanıyordu anlamıyordum.
Sesini duymayı ona veda etmeyi istiyordum.
sonrasında ise usulca çekip gitmek hayattan.Miladorlardan aşağıya bakıyordum ve ayaklarım boştaydı artık minik bir hareketim ile boşlukta kaybolup gidecektim belkide.
Telefonumu elime aldım ve aramak istedim.
Ulaşmak ve son kez ona "seni seviyorum" demek istedim ama olmadı…
canım yanıyordu…
Arkasından bir minik bir melodi kıvamında aktı kulaklarımda bütün sevdiklerimin sözleri
ve son bir gayret ile kalktım ayağa ve bir kez daha olmadı.
boşluğa bırakamasamda kendimi sonsuzluğun derinliklerindeyim artık
sessiz ve sensiz burası.
bir ölümün içindeki yaşam gibi.
Kalbimi astım bu gece!
Hiç korkmadan,
Gözlerimi kapatmadan ve seni son bir kez daha bile düşünmeden astım bu gece!!!
Ellerimi kalbime buladım...Gözlerimi sana boyadım son kez!Siyahtan başka bir renk yakıştıramadım gözlerine...
En derin,en soğuk en içli renk artık benim için siyah...
Belki bir inci kadar saf değil,belki bir bulut kadar ferahta değil bakışların bu yüzden olabilir..Ve bildiğimiz bütün diğer renkler senin gözlerinde solabilir!!!
...Ben beyazdım
Kapkaranlık bir geceye sarılmış,kalbimi asmış ve siyaha bulanmış bulundum sabaha karşı evimde...
Soranlar oldu,anlamsız bulundu...Kalbimi aradılar önce(senden gayri herkes oradaydı)...
Herşey bulundu...En çabuk karanlığı buldular odamda...Sonra bir beyaz mendil ve gözlerimden akmış siyah boyalar!!!
...Ben beyazdım...Kalbim kapkara..Kalın bir halatta,dününe küsmüş,yarını düşleyen gözleri vardı...Bir damla yaş gördüler siyahtan çalma!!
Düşlerimi astım ben bu gece...Umudum yitti,yokolup gitti!!!Ellerime baktılar sonra..olamazdı..
Aldığın güller hala kıpkıkırmızı...
Neden solmamışlardı?Neden hala nefret,duygular,gözlerim,sözlerim,umutlarım,hayall erim simsiyahken güller kıpkırmızıydı?Bir anlamı olmalıydı!!!
Yavaş yavaş döküldü ellerimden yapraklar...Hayır olamazdı..Ben böyle karanlıklar içindeyken güller kırmızı kalamazdı..sonra bir kaç kelime söylediler!!!
Yaprakların ucunda yazılar belirmeye başladı!
Sen içini kaprkara zindanlarda tutarsın belki..
Yüreğini hiç acımadan darağacına asabilirsin...
Benim nefes almak için sana ihtiyacım var!!
Sen yüreksizken ben de yaşayamam ki!!!
İşte bu satırlar hayata dönmemin tek sebebi olabilirdi!
Sabah uyandığında midesinde bir yanmahisseti.Yanmanın nedeni akşam yedikleri değil,uyanır uyanmaz bugün yapacaklarının aklına gelmesiydi.Bugün 2 yıldır ***ürmeye çalıştığı bir birlikteliği bitirecekdi.Aslında bunuyapmakda geç bilke kalmıştı.
'Bitmeli dedi içinden' ,Hergün bu tatsız uyanış bitmeli.Genç adam bunları düşünürken suratı şekilden şekile giriyordu.Süratle giyinerek dışarı çıktı.Bugüne kadar hiç bekletmemişti onu,şimdide bekletmemeliydi.İstanbul,soğuk ve yağmurlu bir Nisan ayı yaşıyordu.Genç adam gök yüzüne bakarak iç geçirdi; 'Bulutlar bizim yaşayacaklarımızı biliyor,onlar bile ağlıyor halimize'...
BULUŞMA VAKTİ
Artık Kadıköy iskelesindeydi.Birkaç dakikalık beklemeden sonra karşıdan kız arkadaşının geldiğini gördü.Şimdi midesindeki ağrı dahada artmıştı.
Beşiktaş'a geçtiler.Yolculuk sırasında hiç konuşmadılar.Genç kız,sevgilisinin bu durgunlığuna anlam verememişti.Nereden bilecekdi bugünayrılık çanlarının çalacağını...
Beşiktaş'a geldiklerinde bir cafede oturdular.Genç kız anlamıştı sevgilisinin kendisine bişey söylemek istediğini.Bana bir şey mi söylemek istiyorsun'diye sordu.Genç adam,gölerini kaçırarak 'Evet' dedi.Genç kız heyecanlanmiştı,birazda sinirlenerek'Söylesene,ne diye bekliyorsun' dedi.Genç adam içini çektikden sonra'Sence biz nereye kadar gideceğiz?' diye sordu.Genç kız,' Bunu sorma gereğini niye duydun?' diye yanıt verdi.Genç adam söze başladı...'Birkaç ay önce akşam 23.00 sana telefon açıp senim için yazdığım şiiri okumak istemiştim.Sen bana' Sırasımı şimdi canım yaa,işin gücün yokmu' demiştin.Biliyormusun o an nkavt olan bir ***sör gibi hissettim kendimi.Özür dileyip telefonu kapatmıştım.Daha sonra benden bu şiiri hiç istememiştin.Geçenlerde hasta olup yataklara düştüğümde arkadaşlarımla birlikte sende gelmiş,Meral'in 'sen şanslısın,sevgilin sana bakar' sözüne 'İşim yokda sanamı bakacağım,annen baksın'demiştin.Hatırladın mı?
DUYGUSALLIĞI SEVMEM
Genç kız,'Biliyorsun ben duygusallığı sevmiyorum.Hem hasta bakıcı gibi göründüğümü kimse söyleyemez' diye yanıtladı.Genç adam güldü, 'Evet canım haklısın.Zaten olmak istesende bu kalbi taşıdığın sürece hasta bakıcı,hemşire falan olamazsın.'
Genç adam devam etti...'Bana şimdiye kadar kaç kere sabahın erken saatlerinde güzel sözcüklerden oluşan bir mesaj cektin?Hiç...Hatta günün hiçbir saatine çekmedin.Duygusallığı sevmeyebilirsin.Ama sen seni seven insanlarıda mutlu etmeyi sevmiyorsun.Halbuki ben senin tam tersine kendimden çok insanları mutlu etmeyi seviyorum.Seni tanıdığımdan beri her sabah,her akşam,her gece yani seni andığım her saat tatlı bir mesajım vardı senin için biliyor musun?Seninle ben akla kara gibiyiz.Genç kız anlamıştı,'Yani ne istiyorsun benden şair olmamımı?'
Genç adam tekrar gülümsedi içinden.Dün gece ayrılık karaının nekadar doğru olduğunu düşündü. 'Hayır' dedi, 'Şair olmanı istemiyorum.Olamazsın da...Biz ayrılmalıyız.Ayrılsak ikimiz içinde en hayırlısı bu olacak.
Genç kız şaşırmıştı,'Neden ama?Ben seni seviyorum.Seninde beni sevdiğini sanıyordum.
Genç adam iç çekerek'Hayıt canım,sen beni sevdiğini zannediyorsun.Eğer beni sevseydin şimdi başka şeyler konuşurduk' dedi.
Genç kızın gözleri yaşarmıştı.Genç adam cebinden çıkarttığı mendili uzattı,gen kız gözyaşlarını silerek 'Sen bilirsin,umarım beni bir başkası için bırakmıyosundur...' dedi.
Genç adam'Nasıl böyle bişey düşünürsün, senden başka kimse olmadı ve uzun zaman da olacağını sanmıyorum' yanıtını verdi.Genç adam ve genç kız iki sevgili olarak oturdukları bu masada artık iki yabancıydı.Birkaç dadika sessizce oturdukdan sonraGenç kız 'Tamam o zaman sana mutluluklar dilerim' diyerek elini uzattı.Genç kızın sesi ve eli titriyordu.Genç adam, 'İstersen arkadaş kalabiliriz' dedi.Birbirlerine son kez sarıldılar.
BEN DOĞRU YAPTIM
Genç adam doğru yaptığına inanıyordu.Eve döndüğünde yürümekden bitap bir haldeydi.Odasına girdi.Gece bitmek bilmiyordu.Sabah erken kalkıp işe gidecekdi,uyumalıydı.Birkaç saat sonra uykuya dalmayı başardı.Sabah 7'de saatin ziline uyandı.Evden çıkacağı zaman cep telefonuna baktı,mesaj ve 10 cevapsız arama vardı.Yorgun olduğu için duymamıştı telefonun sesini.Aramalar ve mesaj sevgilisindendi.Heyecanla mesajı açtı,şunlar yazıyodu
Sadece onları sevmeyi sevdim
Hepsini onlarsız yaşadımda
Bir seni sensiz yaşayamıyorum
Bu aşkı tek kalpte taşıyamıyuorum
Sana yemin güzel gözlüm bir tek seni sevdim
Ve seni severek öleceğim,elveda birtanem...
Genç adam şaşırmıştı.Onu tanıdığı günden beri ilk defa şiir alıyodu ve üstelik sabahın beşinde yazmıştı.Heyecanla onu aradı,telefonu yabancı bir ses açtı.Genç adam ' nalan'la görüşebilirmiyim?' dedi.Ama karşıdaki ağlıyordu,hıçkıra hıçkıra hem de...Ben onun annesiyim yavrum,kızım bu sabah intihar etti.Gece sabaha kadar birilerini arayıp durdu.Sabah odasının ışığını sönmemiş görünce girdim.Yavrum kendini asmıştı........
YIĞILIP KALDI
Genç adam beyninden vurulmuşa döndü.Bir gün önceki miğde ağrısının iki katını çekiyordu şimdi.Olduğu yere yığılıp kaldı...
Birkaç ay sonra iki doktor konuşuyordu hastanede.Doktorlardan biri diğerine karşıdaki hastanın durumunu soruyordu.Doktor yanıt verdi...'Haaa o mu? Üç ay öncegetirdiler.Kendisi yüzünden bir kız intihar etmiş.O günden sonra cep telefonunu hiç elinden bırakmamış.Devamlı birşeyler yazıp birine yolluyor.Geçenlerde merak ettim.Ouyurken gönderdiği numarayı aradım.Numara 3 ay önce iptal edilmiş.Gelen mesajlarda bir şiir var.Bu adam duygusalmı bilmem ama benim anladığım kadarıyla şiiri yazan çok duygusal biriymiş..........
11/12/2005
Trenler hani o insanları alıp sevdiklerine ***üren ve onlardan ayıran eskinin kara çirkin,şimdininse, güleryüzlü trenleri...
İşte onlardan biri bu gece beni'de sevdiğimden ayırdı.Hiç acımadan beni istasyonda bırakıp alay eder gibi arkasına bile bakmadan dumanlarını savurarak çekip gitti yanımdan...
Oysa ilk indiğimde ne kadarda mutlu inmiştim o trenden.Çünkü sevdiğim istasyonda beni bekliyordu,ilk indiğimde çok çok mutluydu elimi sımsıkı kavrayıp"hoşgeldin!"dedi. Sesi titreyerek ve gözlerimin içine bakıp çok mutluyum dedi çok.Evet o gün her ikimizde çok mutluyduk alabildiğine mutlu,coşkulu.Geceye kadar çok güzel ve keyifli bir gün geçirdik.Gözlerimizin içine bakarken içimiz titredi bunlar o an o kadar gerçekti'ki gözlerindeki sevgiyi gördüm gerçekti evet aşktı bu o kadar belliydiki şu an bile bunu hissedip titriyorum.O sevgi vardı evet buna yemin edebilirim OYSA ŞİMDİ BU SEVGİ BENİM DİRİ,DİRİ GİRDİĞİM BİR MEZARIM OLDU...
Sonra o gece istasyonda evet hayatımda asla unutamayacağım bir andı hiç bir aşk bu kadar güzel olamazdı,hiç bir flim sahnesi bile bu kadar güzel çekilemezdi.Çünkü gerçekti o sahnede değildi,oyunda değildi. Sımsıcak,mutlu,huzurlu,güven dolu bir sevgiydi ve hiç kimse yaşamamıştır o an bizim yaşadığımızı sadece birbirimizi seyrettik hiç konuşmadan sadece aşkla,sevgiyle,hasretle seyrettik...
Evet istasyonda o karanlıkta gözlerimizi birbirinden ayırmadan seyrettik her ikimizde birbirimizi,kalbimiz deli gibi atıyordu.Muazzam bir yakınlıktı,aşktı(o an orada kalıp ölseydim elleri ellerimde bir ara elimi göğsüne koydum oda elini getirip elimin üstüne koyup bastırdı elimin altında deli gibi atan kalbinin atışını hissettim.Hayatımda duyduğum tüm seslerden çok çok daha güzel bir sesti.Çünkü o an o kalp benim için atıyordu.)Sanki hiç bitmeyecek bir aşktı sonsuzluk gibi uçsuz bucaksız bir sonsuzluk...
Sonra bana yazdığı o mektup.
İlk mektubuydu bu bana yazdığı(ne acıdır ki sonuncusuydu da aynı zamanda.)
Canımın içi bir tanem seni çok seviyorum inan bir an bile aklımdan çıkmıyorsun.
Canım ne olur beni hiç unutma seni gerçekten yürekten sevgi dolu bir kalple sevdim.
Bir tanem kendine iyi bak olmaz mı?Ve beni sakın hiç bırakma,beni hiç unutma seni YÜREĞİME KAZIDIM ORADAN ÇIKMAYACAKSIN.
AŞKIMSIN SEN
NOT:Unutma dünyanın bir köşesinde senin için atan bir kalp var...
NERDE... HANİ O KALP....BEN YİNE BURDAYIM AMA SEN YOKSUN YOKK YOK...
Küçük bir tartışmamız olmuştu o zamanda attığı mesajı hala durur ve her zamanda duracak benimle yaşayacak tüm anıları gibi...
İşte mesajı Ahhh benim kıymetlim,seni ben nasıl bırakırım? Sana kızarmıyım? Seni ben çok seviyorum ne olur böyle söyleme bir daha,sensizliği düşünemem asla.
Ah be deli gönlüm sen söyle onu nasıl sevdiğimi,sen söyle,sen söyle...
İŞTE..MEKTUP VE MESAJ....YA SONRASI...
Ben ona giderken sevgimi yükleyip ***ürmüştüm ve bu uğursuz gecede aynı sevgiyi suratıma bir tokat gibi çarpılarak yüklenip geriye alıp geldim.Tabi bir enkaz bir kadavra olarak döndüm geriye...
Ve ayrılıken memleketimin o güzel beldesi olan ........'den ......'e kadar yürüyerek ulaştım ve biliyormusunuz ben İSTANBULLU'yum ilk defa bu yolu katettim.
........ ....... yolunu bilirmisiniz? Arası ne kadar çeker ben bu gece öğrendim.İnsanın gecenin bir vaktinde göze alamayacağı kadar uzak ve bir kadının onuruna dokunacak şekilde gönderildim ben bu yola...
Önce kendisinin ***üreceğini söyledi,sonra ise bir taksi ile göndereceğini söyleyip kendisiden uzaklaşmamı gecenin karanlığına karışıp gözden kaybolmamı hiç kılını bile kıpırdatmadan izledi.Bende ona uydum bu erkek benim yok olmamı istiyordu gecenin karanlığına karışmamı ve kaybolmamı istiyordu ve bende bu çağrıya uyup yok oldum çünkü onu seviyordum hemde çok seviyordum ve sevdiğim benim karanlığa karışmamı istedi bende karıştım yok oldum.Bunu hakettim mi?HAYIR ASLA haketmedim kim hakederki böyle severken ve hangi erkek kıyarki böyle güzel bir sevgiye böylesine seven bir kalbe nasıl kıyılır hele karşısında kendisine bakmaya bile kıyamayan bir sevgiliye kim kıyar...KIYILIYOR İŞTE.....
Ama sevdiğim öyle istiyordu ondan nefret etmemi istiyordu.Bu sevginin hiç yaşanmamış olması dileğini ve pişmanlıklarını haykırdı yüzüme gözlerimin içine bakıp git! dedi git artık ve bir daha da beni arama hiç ama diye de ekledi.O gece sakinlikle karşıladığım sözler şu an bir bıçak gibi saplanıyor kalbime zaten acıyan canım çok daha fazla yanıyor bin kat daha fazla acıyor şimdi.Yalnızca bu değil daha evvel sevdiği kadınların arasına bile girmediğimi,giremeyeceğimi haykırdı yüzüme benden sadece hoşlanmış evet çok hoşlanmış.Ve bende ona inandım çünkü hiç yalan söylemezdi,söyleyemezdi benim sevdiğim tabi ben hariç...
Daha evvel bir çok kez yüzüme benim neyimi seviyorsun diye sordu.Ama bilmediği kalp bu gönül işte gelipte banamı soruyor!Ya bu seni Üzer mi?Sever mi? Yoksa seni yaşayan bir ölü haline getirip ondan sonra ardına bile bakmadan gider mi diye bana mı soruyor.Hayır gidip aşık oluyor işte.
Ayrılırken birşey istedim,bir şapka çünkü onun kokusu vardı onda bense onu yanımda taşımak o kokuyu her an içime çekebilmek istedim bir, bir bağımlı gibi.Bana hayır dedi.Sende hiç bir şeyim kalmamalı(bırakmadıda zaten aldığı hediyeyi bile geriye istedi.Oysa bende kalan çok büyük bir şeyin vardı AŞKIN SEVGİLİM aşkını ***ürdüm yanımda ve hala onu yanımda içimde taşıyorum tüm benliğimde,tüm ruhumda ölene dek de taşıyacağım...)vermem dedi.Bende bunu sana söylemeden de alabilirdim diyince bunun bir terbiyesizlik olduğunu söyledi.
O an benim içimden geçenleri bilmiyordu ki,benim aklımdan şimşek gibi geçen ne yaparsan yap senden soğumamı,nefret etmemi sağlayamazsın çünkü seni seviyorum ve sevmeye de devam edeceğim beni bundan vazgeçiremezsin asla...
O ......... ........ arasında bu sözler kulağımda çınladı.Ve içimdeki ses bana o sana neler yaptı.Onu sevme,ondan nefret et,hatta intikam al demedi,diyemez nasıl desinki olmaz olurmu hiç. O zaman aşk olmaz,sonra onu deli gibi çılgın gibi severken nasıl olsun bu imkânsız bir şey CANIM O BENİM ÖMRÜM CENNETİM... EVET CENNETİM BENİM...
VE BEN ONU ÇOK EVET ÇOK SEVİYORUM SENİ SEVGİLİM ÇOK SEVİYORUM O KADAR ÇOK Kİ HEMDE...ANLATAMAM ÇÜNKÜ BUNU TARİFİ YOK...
Ama sen benden çok kolay kurtulup sıyrıldın çünkü ben diğerleri gibi yapışıp kalmam benim adım FERDA ben kimseye benzemem hele senelerce seni arayıp bizar etmeyeceğim bunu yapmayacağım hiç hemde.Tek yapacağım sadece her yaptığına,kullandığın her kelimeye rağmen seni sevmekten asla vazgeçmeyeceğim.
Ama o sözler kulaklarımda çınlayacak hep aklımda ve beynimin bir köşesinde kalacak...
Artık bitti bu aşk hiç olmadı ki zaten tabi bu benim için geçerli değil ben hala seviyorum seni..
Oysa bir gece evvel uyumadan sabahlayıp 10.45'teki trene yetişmeye çalıştım olmadı.Bir an evvel duyacaklarımı yada hayal ettiklerimi düşündüm istasyonda.Artık ne olursa olsun diyordum ama benim gözümün önünde önünde olsun öyle bir pazar günü telefonla arayıp bittiğini duymak yerine ben kulaklarımla duyayım.Ama 10.45 yerine 12.40'taki trene binebildim o arada bekleme salonunda öyle durmuş bakıyordum cama dayanmış etrafı seyrediyordum.Gözümden akan yaşları fark edecek durumda bile değildim.Ta ki polisleri karşımda görene kadar önce silmeye çalıştım ama sonra artık bunun bir önemi yoktu o an sanki camdan bir fanus içindeki balık gibiydim. Sanki nefes alamakta zorluk çekiyordum.Ayrı ayrı iki grup polis gelip beni sarsmış ve neyim olduğunu sormuşlardı.Ama ben onlara bir şeyim olmadığını söyledim o an için hiç bir şeyim yoktu ama şu an var ben bu yazıyı tren'de yazıyorum ve hayatımı herşeyimi canımdan bile çok sevdiğim erkeği geride bırakarak bindim ben bu trene. Ve sana söyleyecek son bir sözüm var!...
hemde çok seviyorum...
Birde kendim için bir şey yapacağım bir daha asla trene binmeyeceğim kendime söz verdim çünkü ve işte Haydarpaşa'ya geldik zaten iniyorum bu son bitti her şey hayatım herşeyim geride kaldı....
__________________
Gün batar hasretin çöker içime
Bir garip olurum senden uzakta
Gözümde büyür mesafeler
Bir şeyler düğümlenir boğazıma
Dar gelir o zaman bomboş sokaklar
Sığdıramam yüreğimi koca şehre
Hiç bir şey istemem yalnızlığıma senden başka
Bir tek hayalin yeter ıslak gözlerime...
Gül.... Divân şiirinde en çok sözü edilen çiçek, güldür. Sevgilinin yüzü ve yanağı ile sıkı münasebeti vardır. Bazan gül bunlara; bazan da bunlar güle benzerler. Gerek koku, gerekse renk bakımından çok güzel olan gül, daima tazedir.Bu yönüyle bağın, çemenin ve baharın vazgeçilmez bir ögesidir. Bizzat kendisine mahsus gülistan, gülşen ve gülzâr vardır. Hatta ona bazen sultan olarak da rastlarız. Baharın diğer adının gül mevsimi oluşu da güle verilen önemden ileri gelir. Gül yetiştirmenin çok zahmetli bir iş oluşu onun âdetâ nazla beslenip büyümesi şeklinde ele alınır.
Gülün açılması apayrı bir olaydır.O, seher vaktinde sabâ yelinin parmaklarıyla açılır. Onun açılması bir neşe ve sevinç belirtisidir. Çünkü gül açılınca bahar gelir, eğlence başlar. Gülün handân oluşu da yine onun açılması, çâk- ı girîban eylemesidir. Gül bu kadar güzel ve çekici olmasına rağmen çok çabuk solar. Yani geçicidir. Tıpkı âşığın ömrü gibi çabucak geçiverir.
Sabâ yelü gülün yapraklarını yavaşça aralar ve kokusunu her tarafa yayar. Ancak sonbahar yeli onun için felakettir. Onun perişân olmasına, dağılmasına neden olur. Gülün suya olan ihtiyacı her çiçekten fazladır. Sık sık sulanmalıdır. Kökleri su içinde olursa daha güzel yetişir. Bu nedenle güller su kenarlarında bulunur ki "hurrem" oluşu buradan gelir.Bazan gül yaprakları çiğ tanesiyle birlikte görülür.
Bütün bunların hepsi bir yana gül ile bülbül'ün aşkları dillere destandır.Gül , bülbülün sevgilisidir.Âşık da sevgili denen gül karşısında şakıyıp duran bir bülbüldür.Gül ile bülbülün bu hikayeleri İslam - Şark edebiyatlarını çok etkilemiştir.Hatta "Gül ü Bülbül"adlı alegorik,müstakil eserler bile yazılmıştır.
Gülün dikeni aşığın rakibidir. Ancak gül ile diken iyilik ve kötülük, kolay ile zor, dost ile düşman vs. zıtlıkların timsalidir.
Gülün yaprağı anılınca defter,divân, tomar,varak,yazı ile ilgili eşya akla gelir. Sabâ yeli yavaş yavaş bu defterin sayfalarını çevirirken bülbül ondan letâif öğrenir ve şâir, sevgilideki yanağın övgüsüne başlar.Utanan kişinin yüzünün kızarıp güül rengini alması dolayısıyla gül daima utangaç ve hayâ sahibi olarak ele alınır.Gülün toprağa yakın fidanına dâmen-i gül denir ki yanında menekşe, sünbül ve süsen bulunur.Bunlar âdetâ gülün eteğine yapışmışlardır.Güllerin destelenmesi, toplanması ayrı bir husustur.
Gül aynı zamanda Cennet çiceğidir.İbrahim Peygamber ateşe atılınca gül bahçesine düşmüştür.Bazan sevgiliye gül denir ve onun her haliyle gül oluşu anlatılır.Onun endâmı, güzelliği , teri,dudağı, kulakları, yanakları, eli, bileği vs. gülde bulunan özellikle ilgilidir. Âşığın göz yaşı da gül renginde akar. Bazan gül ,rengi ve şekli yönünden yakut bir köşke benzer.B azan da ateş, çerağ, şarap ve la'l olur.Divân şiirinde gül ile ilgili teşbih ve mecazların sonu gelmez. Şâir her bakımdan bu güzel çiçeği anar.
Suya versin bâğbân gülzârı zahmet çekmesin
Bir gül açılmaz yüzün teg verse bin gülzâre su
Fuzûlî
Neyi arıyorsan sen, O'sundur" der Mevlana..
Zulmün peşindeysen zalimsin,aşkı arıyorsan aşık.
Elinden tuttuğumuz her sevgili, bizi sürükleyip,kendi iç dünyamızın derinliklerinde bir kesif gezisine çıkarır.
Her ilişki, benliğimizde bir kazıdır aslında, her sevda ruhumuzun bir başka yüzü.
Her aşkta kendimizi ararız, o yüzden bulduklarımız benzerimizdir.
Resimlerini yan yana koyun sevdiklerinizin ve dikkatle bakin yüzlerine,onların suretlerinden kendi yüzünüz bakacaktır size...
Aşk denilen kaleydokobun buzlu camına gözünüzü dayadığınızda, binbir cam rengarenk ışıklar
saçarak döndüğünde, her seferinde bambaşka şekiller ördüğünü görürsünüz.
Her camda, farklı bir renginiz vardır;her şekilde sizden bir parça...
Aşklarınız hülasanızdır Sevdiğiniz her adam, beğendiğiniz her kadın farklı ruh hallerinizi elverir;arada bir çevirdiniz mi kaleydoskopu, cam paralar yer değiştirip yeni şekiller alır;hepsi siz...
Sevgilinizin gözlerindeki dolunay, siz deki ışığın yansımasıdır aslında;dilindeki sizin ilhamınız, tenindeki sizin yansımanızdır.
Yoksa halâ bir sevdiğiniz, o henüz kendinizi bulamadığınızdandır...
Aşk, narsizmdir.
Sevda, çevrildikçe içinizin farklı ışıklarını yakan eğlenceli bir kaleydoskop gibi başımızı döndürüyor.
Ve biz, hep baharı takip ederek dünyayı gezen bir gezgin gibi içimizdeki eski baharları arıyoruz.
Narcissusu'u bilirsiniz;Öyle heybetli ve güzelmiş ki, bakmaya dayanamazmış kendine.
Gün boyu ayna karşısına geçip kara gözlerini, incecik burnunu,dar kalçalarını, kıvırcık saçlarını seyredermiş hayran hayran...
Bir gün ırmak kenarında gezinirken, sudaki yansımasına ilişmiş gözü.
Uzanıp, iyice bakmak istemiş.
Tam gördüğünde kendisini,dengesini kaybedip düşüvermiş ırmağa, kapılıp gitmiş suya...
Yeryüzünün en güzel insaninin öldü günü duyan Tanrı, unutulmaması için Onu her bahar açan güzel kokulu bir çiçege dönüştürmüş,Narcissus, nergis olmuş.
Kıssadan hisse, benden size tavsiye, taze bir nergis verin bugün sevgilinize...
Sonra da, nerede baharsa mevsim, rotasını oraya çevirip içinizdeki eski baharlara koşan bir gezgin gibi "Bahar getirdim sana" deyin.
Baharin elinizde olduğunu unutmadan..
Gözlerindeki ırmağa baktığınızda kendinizi göreceksiniz;dikkat edin de hayran olup düşmeyin...
Düşüp bahar kokulu bir çiçeğe dönüşmeyin...
Neyi arıyorsan sen, O'sundur" der Mevlana..
Zulmün peşindeysen zalimsin,aşkı arıyorsan aşık.
Elinden tuttuğumuz her sevgili, bizi sürükleyip,kendi iç dünyamızın derinliklerinde bir kesif gezisine çıkarır.
Her ilişki, benliğimizde bir kazıdır aslında, her sevda ruhumuzun bir başka yüzü.
Her aşkta kendimizi ararız, o yüzden bulduklarımız benzerimizdir.
Resimlerini yan yana koyun sevdiklerinizin ve dikkatle bakin yüzlerine,onların suretlerinden kendi yüzünüz bakacaktır size...
Aşk denilen kaleydokobun buzlu camına gözünüzü dayadığınızda, binbir cam rengarenk ışıklar
saçarak döndüğünde, her seferinde bambaşka şekiller ördüğünü görürsünüz.
Her camda, farklı bir renginiz vardır;her şekilde sizden bir parça...
Aşklarınız hülasanızdır Sevdiğiniz her adam, beğendiğiniz her kadın farklı ruh hallerinizi elverir;arada bir çevirdiniz mi kaleydoskopu, cam paralar yer değiştirip yeni şekiller alır;hepsi siz...
Sevgilinizin gözlerindeki dolunay, siz deki ışığın yansımasıdır aslında;dilindeki sizin ilhamınız, tenindeki sizin yansımanızdır.
Yoksa halâ bir sevdiğiniz, o henüz kendinizi bulamadığınızdandır...
Aşk, narsizmdir.
Sevda, çevrildikçe içinizin farklı ışıklarını yakan eğlenceli bir kaleydoskop gibi başımızı döndürüyor.
Ve biz, hep baharı takip ederek dünyayı gezen bir gezgin gibi içimizdeki eski baharları arıyoruz.
Narcissusu'u bilirsiniz;Öyle heybetli ve güzelmiş ki, bakmaya dayanamazmış kendine.
Gün boyu ayna karşısına geçip kara gözlerini, incecik burnunu,dar kalçalarını, kıvırcık saçlarını seyredermiş hayran hayran...
Bir gün ırmak kenarında gezinirken, sudaki yansımasına ilişmiş gözü.
Uzanıp, iyice bakmak istemiş.
Tam gördüğünde kendisini,dengesini kaybedip düşüvermiş ırmağa, kapılıp gitmiş suya...
Yeryüzünün en güzel insaninin öldü günü duyan Tanrı, unutulmaması için Onu her bahar açan güzel kokulu bir çiçege dönüştürmüş,Narcissus, nergis olmuş.
Kıssadan hisse, benden size tavsiye, taze bir nergis verin bugün sevgilinize...
Sonra da, nerede baharsa mevsim, rotasını oraya çevirip içinizdeki eski baharlara koşan bir gezgin gibi "Bahar getirdim sana" deyin.
Baharin elinizde olduğunu unutmadan..
Gözlerindeki ırmağa baktığınızda kendinizi göreceksiniz;dikkat edin de hayran olup düşmeyin...
Düşüp bahar kokulu bir çiçeğe dönüşmeyin...
Meşhur Wimbledon'un ilk zenci Şampiyonu Arthur Ashe kan naklinden kaptığı AIDS'den ölüm döşeğindeydi..
Hayranlarından biri sordu.. "Tanrı böylesine kötü bir hastalık için neden seni seçti?"
Arthur Ashe cevap verdi..
"Tüm dünyada 50 milyon çocuk tenis oynamaya başlar, 5 milyonu tenis oynamayı öğrenir, 500 bini profesyonel tenisçi olur, 50 bini yarışmalara girer, 5 bini büyük turnuvalara erişir, 50'si Wimbledon'a kadar gelir, 4'ü yarı finale, 2'si finale kalır. Elimde şampiyonluk kupasını tuttuğum zaman Tanrı'ya 'Neden ben?' diye hiç sormadım. Şimdi sancı çekerken, Tanrı'ya nasıl 'Neden ben?' derim?.
Mutluluk insanı hoş yapar. Başarı ışıl ışıl.. Zorluklar güçlü.. Hüzün insanı insan yapar, yenilgi mütevazı..
Tarihin mübarek hatunlarından Rabiatül adeviye bir gün başı ağrıyınca bir tülbenti başına sarıvermişti. Sarıvermesi ile çıkarıp atması bir olmuş. Kendi kendine" Ey utanmaz nefsim. Rabbim yıllar boyu sağlık, afiyet verdi. Birgünden bir güne bu sağlığını belirtecek bir zünnarı başına sarmamışken, bir defacık başın ağrıyınca başına bu zünnarı bağlayıp, dünya aleme ilan etmeye haya etmiyormusun" diye nefsine öfkelenivermiş.
Başınıza gelen sıkıntı ve müsibetlerde dahi ALLAH'a asla 'Neden ben?' diye sormayın. Şekva etmeyin. Sabrederek ve size verdiği nimetlere teşekkür ederek karşılayın. Ne olacaksa olur zaten.
Hoştur bana senden gelen
Ya hilat yahut kefen
Ya taze gül yahut diken
Kahrın da hoş lutfun da hoş.
Gelse celalinden cefa
Yahut cemalinden vefa
Ikisi de cana safa
Kahrın da hoş lutfun da hoş…
Sıcağımsın… Bitmezim, solmazımsın.. Sevgiye seninle başladık.. Bir koşuydu benim için, sevgiyi tanıma koşusu.. Seninle çıktık bu koşuya, seninle tamamlamak isterim..
Sıcaklık deyince sen gelirsin yüreğime.. Sen gelirsin gecelerin arasından, soğukların arasından, yüreğim sıcacık olur.. Sen beni ısıtanımsın, yüreğimi sımsıcacık eden..
Sen olunca varsın karlar yağsın sokaklara her yan buz tutsun.. Sen olunca, uzaklar uzak olsun sen yakınsın ya… Zorluklar hep beni bulsun. Sen kolayımsın..
Sen gözüm kulağım aklım yüreğimsin… Tıp tıp eden kalbim.. Kalbimi her gün gençleştiren kanımsın.. Sen benim ilk ve tek sevdiğimsin..
Beni sevginle zenginleştiren, gözlerinle mutlu edensin..
Gözlerinde hüzün görsem hüzünlenirim, sözlerinde acı duysam kırılır, unufak olurum.. Yapışmaz yüreğimin parçaları kırılır da kırılır.. Kötü eser bir sonbahar yeli, yüreğimi üşütür..
Uzanan sıcacık elin beni umutlara gotürür. Kırılan her bir parça yenilenir, kıranlar unutulur. Yeniden bir yolculuğa çıkılır senin her bir sözünle …
Bilmem sana "Umut" desem, "Can" desem, "Canım" desem, "Sevgi" desem, "Sevgilim" desem.. Ne desem az sana… Senin sevgine.. "Sıcağımsın" desem.. Isıt beni hep sevginle.
Yanımda ol… Koru kolla beni.. Sar beni tüm üzüntülere destek ol…
Yanı başımda ol… Her zamanki gibi sen ol..
Sevgim açık kollarım gibi… Seni bekliyor.. En güzel sözcükleri söylesem… "Gülücük" desem, "Güven" desem, "Huzur" desem "Güzellik" desem..Daha ne diyeyim Bir tanem "EŞİM" desem…
BIR YANIMDA ASK, BIR YANIMDA ÖLÜM;BEN SENI SEÇIYORUM...
Gecenin karanliginda yildizlarla tek tek konustum seni.Yüzyillardir
bildigimiz ya da bilmedigimiz bütün büyük asklarin yükünü tasiyan
yildizlar anlatti seni bana ilk defa.
Yagmurun yagdigini küçük bir su birikintisine bakarak anlamaya calistigimiz gibi kimi zaman,seni sevdigimi ayin gökyüzünde sakli
duran yalnizliginda anladim.Vurdukça aydinligi sokagimdaki islakliga
mehtabi sandim gözlerinin denizinin ve geç anladim belki de ayin
isigindaki sahteligin çok daha uzaktaki yildizlari kapatamadigini.
Paylasilmayan bir yildiz aradim o gece;seni,yalnizca seni
saklayabilecegim.Yoktu;zaten her biri yikilmisligini anlatmiyor muydu
asklarin,isiklarini bir yakip bir söndürerek.
Ask ve ölüm vardi seni saklayabilecegim içinde.
Ask,her gün agzimizda dolanan anlamli-anlamsiz sarkilarda, bütün
duruluguyla türkülerde ve duygulari bir yürekten alip ötekine
konduran siirlerde yasar bana göre.Çagin tüm yozlasmisligindan büyük
bir pay kapan yine ask olmustur bütün direnmisligine ragmen.
Kirli sulara meydan okumaz mi saniyorsun kiyiya vuran baliklar?Tipki
onlar gibi ask da kiyiya vurmustur artik.Ve Kiz Kulesi'nin bekçileri
olan martilar neden kendilerini teker teker birakirlar kuleye çarpan
her dalganin önüne?Martilar gibidir ask da;bize çarpan her dalgada
ölür bizi korumak isterken.Seni tüm safliginla,artik yok olmak üzere
kirlenen askta saklayamazdim.
Ölüm ise hiçbir canlinin karsi koyamadigi bir anlamsizliktir. "Dogal
dengenin gerekliligi" derken anlamsizlastirmisizdir zaten ölümü.Oysa
o tüm esitsizliklere,haksizliklara aldirmadan karsilar her insani
korkunç bir soylulukla.Kendi yasamina ya da baskalarinin yasamina son
verenler ise artik sasamaz ayarini bozmustur ölümün saatinin.Ve seni
bu düzensizligiyle ölüme teslim edemezdim kendi ellerimle.
simdi bir yanimda ask,bir yanimda ölüm...Ikisi de acimasizliklariyla,
zamansizliklariyla beni beklemekte.Ben,seni seçiyorum,masallarda bile
rastlayamadigim ama su an tüm gerçekligiyle karsimda duran seni.
Yildizlardan ögrensem de duygularinin çiplakligini, ay isigiyla
anlasam da yalnizligin çirpinisini seni senden dinlemek üzere seni
seçiyorum.Askin ve ölümün yalanciliginda senin dogrularinla sana asik
olmadan ve senin için "ölmeden" tasiyorum benim dogrularima seni.
Seni sevgilim degil,bir gün mutlaka bitecek olan askim degil,
GÖKYÜZÜM YAPIYORUM NEREDE OLURSAM OLAYIM SENI HER ZAMAN GÖREBILMEK
iÇiN VE YILDIZLARLA AYI SENiN SAKLAMAN iÇiN
Ne ilk/ne de son mevsimdir bu
Sensiz bir hazandır gelen
Hüzündür kapımda bekleyen
Gelir/Mıh gibi saplanır Eylül
Yeşili soyunur/sarıları giyinir toprak
Ben acıları çıkarırım çekmecelerden
Sen(sizliğ) i giyinirim
Kahverengi olur dört bir yan
Yorgun bir doğum günüdür sonrası
Ne ilk/ne de son yapraktır toprağa düşen
Avuçlarımda bir demet karanlık
İliklerime kadar gece yarısı ayazı
Ben yokluğu kuşanırım
Sen yağmur olur yağarsın
Yıldırım olur saçındaki yıldızlar
Sağanak sağanak camlara vurur İstanbul
Geri dönmeyecek vakitlerdir sonrası
Ne ilk/ne de son şiirdir yazılan
Buz gibi bir sabah
Ya da yağmurlu bir ikindi vakti
Bir heves/bir umut düşer mısralara
Daralır yine zaman
Sıkışır yürek
Merhamet bekler kağıda düşen şiir
Kızıl bir akşam sarar yalnızlığı
Simsiyah bir gecedir sonrası
Ben seni,
Çicek kokulu yağmurlarda sevdim
Semadan nazlı nazlı süzülürdün içime
Bulutların arasından sevdanı bırakırdın yüreğime
Ben seni,
Çicek kokulu yağmurlarda sevdim
Her damlan başka bir çicek kokardı;
Bazen kır menekşesi
Bazen zambak bazen de kasımpatı
Ben seni,
Alaca atların koşuşturduğu kırlarda sevdim
Ben seni,
Taze gülleri bahara gelin ettiğimde sevdim
Ben seni,
Güneş huylu çocukların gözlerinde sevdim
Ben seni,
Bulut benizli çiceklerde sevdim
Dört mevsim gözlerime baharı getirirdin
Avucuma dane dane tomurcukları sererdin
Ben seni,
Seher vakitlerindeki hoyrat rüzgarlarda sevdim
Tanyeri ağarmadan ilk bana gülümserdin
Acılarıma ağlar, dertlerimi dinlerdin
Ben seni,
Yıldızların ay' la dansında sevdim
Ben seni,
Islak yanaklı serçenin kanadında sevdim
Ben seni,
Utangaç yanaklarında yüreğimde ölümüne sevdim
Bazen düşünürüm, hayatımızda geriye dönme imkânımız olsaydı ne çok şeyi değiştirebilirdik. Hatalarımızı yapmazdık ya da yapmadığımız için pişman olduğumuz şeyleri yapardık. Söylemekte geç kaldığımız cümleleri zamanında söylerdik. Ya da söyledikten sonra pişman olduğumuz sözleri hiç söylemezdik… Bazen en sevdiklerimize bilerek ya da bilmeyerek asabiyetle söylenmiş o incitici kelimeleri bir daha söyler miydik hiç?
Geç kaldığımız, kaçırdığımız fırsatları zamanında yakalardık. Sonradan pişman olup üzülmezdik. Geçmiş günlerimizi hafıza arşivimizden çıkarıp şöyle bir gözden geçirsek, kim bilir ne kadar "Keşke şunu şöyle yapsaydım, keşke bunu böyle yapsaydım, keşke şunu hiç yapmasaydım" şeklinde pişmanlıklarımız olacaktır.
İhlâl ettiğimiz hakların, ihmâl ettiğimiz vazifelerin, telâfisi için neler vermezdik ki? Geçmişi tekrar yaşama fırsatı verilseydi, hayatımızı ne kadar güzel yaşardık diye düşünürüz. Geçmişi tekrar yaşama imkânımız yok ama, bugün hâlâ elimizden çıkmadı. Geçmişten ders alarak geleceğimizi daha düzgün yaşayabiliriz.
Geçmiş zaman elimizden çıktı. Onu tekrar geri getirme imkânımız yoktur. Gelecek ise henüz gelmemiştir. Onun da ne getireceğini bilmiyoruz. Öyleyse gün bu gündür! Henüz ömrümüz devam ettiğine göre ve kredimiz bitmediğine göre geri kalan hayatımızı daha iyi bir şekilde yaşama imkânına sahibiz. Geçmişte "keşke" dediğimiz olayları şimdi bir daha yapmamak sûretiyle tekrar pişmanlıklar çukuruna düşmeyebiliriz. Yapmak isteyip de kaçırdığımız fırsatları şimdi değerlendirme şansımız mevcuttur.
İşte önümüzde her gün tertemiz bembeyaz bir sayfa açılıyor. Bu sayfaya her günümüzü istediğimiz gibi yazma hakkına sahibiz. Elimize hiç kırılmamış, kullanılmamış camdan çok güzel değerler veriliyor. Dikkat edersek elimizden hiç düşürmeyiz, kırmayız, kaybetmeyiz…
Her gün yirmi dört altın değerinde yirmi dört saatimiz var. Bu zamana, ileride hatırladığımızda mutluluk duyacağımız en güzel hatıraları sığdırabiliriz. Daha fazla iyilik yapabilir, daha çok insana ulaşıp kalplerde güzel bir yer edinebiliriz.
Her yeni gün, yeni açmış bir gül gibidir. Bütün gün ona nasıl bakarsak öyle olur. Günümüzü soldurmayalım, günümüzün ihtiyacı olan ışığı, havayı, suyu, ilgiyi, sevgiyi ona sağlayalım. Hem sonra, nereden bilebiliriz ki o günümüzün ömrümüzün son günü olmayacağını? Nasıl ve ne üzerine vefat edersek öyle haşrolmayacak mıyız?
Öyle ise muhabbet üzerine olsun her günümüz. Daha fazla gönül kazanmak olsun işimiz, gücümüz. Ömür defterlerimizi en güzel hatıralarla, amel defterlerimizi en büyük sevaplarla doldurmak olsun bütün derdimiz.
Solan güllerimizin arkasından ah çekip ağlayacağımıza, elimizde olan güllere iyi bakalım. Son âna kadar bu gülleri soldurmayalım.
Şimdi düşünme makamındayım, kaybettiklerim kazandıklarım, geçmişim geleceğim, umduğum bulduğum, düşlerim düşüşlerim, sevinçlerim erinçlerim, umutlarım unuttuklarım, yeislerim yenilgilerim, yanılgılarım yansızlıklarım, yalnızlıklarım şimdi ben yine düşünme makamındayım.
Düşünmenin saçları ağırtmaktan başka sonuçları da olmalı, düşündüklerini hayata aktarmanın bambaşka yolları da olmalı, kendisine sunulan yollara tali yollar ekleyebilmeli insan. Çıkmaz sokaklara girmekten girmekten korkmamalı insan, yola girmeye niyetlenmek yolun sonun çıkmaz olmasından daha önemlidir. Yola koyulmak adam yerine koyulmanın başlangıcıdır çoğu zaman.
Her seçiş bir vazgeçiştir düsturunu bilmeden yaptığımız seçimler; seçimsiz sonuçlara vardırıyorsa bizi; kırmızı çizgilerimiz yoksa, birilerinin üstümüzü kırmızıyla çizmelerine şaşmamalı.
Zaman yalnızlığı haklı çıkardı; insan bir tek kendisine yalan söyleyemiyor, insalık inzivaya çekilmeyeli kalabalıklar yalnızlıkları dışlar oldu, düşünemeyenler düşünenleri tersler oldu.
Yalnızlığa itilen ilen yalnız kalmayı tercih eden kişi arasındaki dağlar kadar farkı, hangi daha sığınan bilge kişi açıklayabilir?
Yalnızlık korunaklıdır, rabbiyle ve kendiyle kalmak isteyen her kulun hakkıdır.
Yalnılık korunaklıdır, loş ışığa teslim edilmiş gecelerde, kalbin sözlerini yazdığı, ruhun bestediği, vicdanın yorumladığı, korosuz söylenen, kor gibi yüreği yakan, acı ama bağımlılık yapan bir nağmedir yalnızlık.
Canım, sana "Canım" diyorum, bir daha hiç demeyeceğim içindir belki... Ayrılmamız neyi değiştirecek, ayrılık yüreğimden silip atabilir mi seni derdin. Kimbilir...
Bu sana son yazışım. Sözcüklere yüklemeye çalıştığım duygularım, beyaz kağıtların keskin kenarlarıyla nasıl da parçalanıyor böyle... İlk kez yazmak böyle zor, anlatmak bu kadar olanaksız... İçimde çağıldayan herşeyin, sana doğru aktığını duyupta bunu anlatamamak; ne acı... Oysa, seni her düşündüğümde, sesim, zamanın ve mekanın olmadığı görünmeyen ince ipeksi bir yolda ilerleyip kulaklarına akmadı mı?..
Her düşündüğümde seni, yapmam gereken sadece izlemekti. Ruhumun sana akışı, o hızlı ama bir o kadar yavaş, delice ama bir o kadar sakin, coşkuyla ama nasıl huzurlu bir çağlamaydı onların hepsi... Hemen duyardın; büyük kalabalıklarda, iki kişilik yalnızlıklarda, yada gözlerin maviliklere kilitlenmiş... Duyardın... Hala duyuyorsun... Şimdi, şu an, seninle konuşurken, ruhunda geziniyorum yine... Baktığın yerden uzaklaşan bakışlarını, o kimselere hissettirmediğin bir anlık dalgınlığı, sadece anın yakaladığı o ince sızıyı... Kapa gözlerini... Sen hep duyacak mısın beni, ben hep anlatacak mıyım; bilmiyorum... Ama, madem ayrılanlar hala sevgili, ayrılanlar hala sevdalı, bu ayrılıkta bitmeli...
Ayrılık... Ne çok korkardık bu sözcüğe yüklenen anlamdan... Oysa şimdi anlıyorum ki, ayrılığın kendisi değil, ayrılmakmış asıl zor olan... Ayrılmayı başarana kadar yaşanılanlar, o kanatan acıtan korkulu bekleyişler... O kopuşu yaşamak, artık başka biri değil, sen olan o varlığı olduğu yerden çıkarmaya çalışmak, ağlamak git artık içimden diyebilmek, ama daha derken pişman olup hayır kal ne olur diye yalvarmak... Ne kadar zordu... Öyle içimdeydin ki, seni ordan çıkarmak kendimi paramparça etmek demekti... Ayrılık... O kanlı zafer... Şimdi paylaştığımız işte bu... İçimizde o boşluğun büyük acısı yüzümüzde birbirimizin kanı var hala...
Canımmmm, diyorum son kez sana... Bir daha demiyeceğimdendir bu, ve bir daha yazmayacağımdan.
Gelip yerleştiler, Önceleri sessiz, Sonraları arsız arsız Gelin teli gibi aklar Hiç gelin teli takmadığım başıma.. Aklar çoğaldı tel,tel, Kimine göre hüzünlü yaptı beni Kimine göre entel! Her birini, Kopan gönül tellerime taktım Besteler yaptım hasretine; Her birini, -Tel- diye taktım Telli Baba ya, Sussun diye gönlümdeki vaveylâ.. Ben koparıp taktıkça Kar gibi yağdılar başıma Örttüler karanlık düşlü başımı, Yüzüme vuruyorlar başımı!
Onlar ki güzel yurdumun bir köşesinde, köyde, kasabada, taşrada doğdu,
Yıllar aylar zaman geçti, gün geldi, artık toprağı yurdu, onu doyurmaz oldu,
Kimileri bir hışımla çıkıp evinden, elinde ne varsa satıp, tutunca bir an yolu,
Eskiden kağnılarla, kamyonlarla giderken, şimdikiler otöbüslerde alır soluğu,
Artık ankaralı izmirlidir, veya diyarbakır bursalı, belkide izmit, istanbullu,
Bir kaç milyon ise yurtdışında, avustralya, amerika ve de avrupalı olmuştu,
Öncekiler, buna kader, yazgı deyip durdu, şimdikiler bulduğu işi beğenmiyordu,
Şimdilerde oysa artık ekmek aslanın ağzı yerine, tam midesinde çadır kurmuştu !
Bazıları fabrika işçisiyken, kimileri ise yer altlarında, madenlerde çalışıyordu.
Kimileri mala mülke, refaha, bir çok şeye, çalışıp, çabalayarak kavuştu,
Şansı olanlarsa marketler zinciri, şirketler, fabrikalar patronu olmuştu,
Çoğunun yediği önünde iken, yiyemediklerini ise hep ardında bulmuştu !
Bazılarının oysa çoktan ümitleri tükendi, mahvolup harap , perişan oldu,
Öyleleri de var ki kendini, mapusta, hücre de,parmaklıklar ardında buldu,
Elde avuçta ne varsa hiç kalmadı, tüketmişti dahi cebindeki en son kuruşu,
Ona artık yaşam çekilmez oldu, çıkmazdaydı, kayboldu gitti, hüsranla bitti sonu,
Herkesin baş ucunda ayağında bir taş, tahta olurken onun mezarı dahi bilinmiyordu…!!!
Sen kolaymı sanırsın, şu an bizim yaşadığımız yeri, oraları GURBET denen yurdu,
Gönül şimdilerde kıpır kıpırdır, sıla dersen gözden ırakta, burnumuzda tüter oldu,
GURBETÇi, gurbette yaşamaktadır her gün, bin bir çeşit derdi, kederi vede sorunu,
Bilemedim bu nasıl adalet, böylemiydi hak hukuk, acep bizim için düzen bumuydu. !
Bu ne biçim yasa, bu nasıl bir duruşma, tümden de onlardan yana, şu gâvurun kanunu,
Gün geçmez, onca üzerimizde oynanan, tüm hilleleri. horlanışları, ve de türlü oyunu,
Bizlerin onlardan farkı, tenimiz esmer, saçımız gözümüz siyahtır, unutmayalım bunu,
Hatırlayalım dostlar, bize bunca yapılanı, unutma ha, sakın ola, yabancı olduğumuzu...!!!
ister yurtta, vatanda ol, isterse yurtdışında, gurbet artık bizlerin diyarı,
Buraları olmuş çok zamandır, yarım asıra yakındır, insanlarımızın mekânı,
Yaşandı ve yaşanılır oralarda, günlük sayısızca hüzün, sevinç ve de anı,
Kimi gününü gün etmekle meşgul, ötekini ise sarmış gurbetin, gamı tasası,
Çoğunluğumuz ise gün ve gün, aşındırır oldu doktor veya hastane kapısı,
Ön sokaklar aydınlık, fır fırıldak ışıklı, Arkalar köhne karanlık, acılarla kaplı,
Sıladaki sevenlerimizin bazıları, hasretle ve özlemle, beklemekteyken yolları,
Oysa kimileri de bizleri soyulacak birisi,sağılacak << KOYUN>> sürüsü sandı,
Gurbet denen oralar, O diyarlar, O yurtlar ise, bazılarının başının belası…!!!
Bilip görmeyen, tanımamış olanlar için ise, oysa onların daha hâlâ tatlı rüyası…!!!
Bazılarının ise başının belası… ….Kimilerinin oysa daha hâlâ tatlı rüyası…!!!
Herşeyin Sahibi Rabb'imize Şükretmek Nasıl İnsanlık Görevimizse, Aradakilere, Yani Akrabalarımıza, Annemize, Komşumuza, Öğretmenimize, Arkadaşımıza, Çocuğumuzun Bizlere Yaptıkları Yardımda, İyilikte Teşekkür Etmek De Bir Görevdir.
Filistin'de bir bebek, nur yüzlü yatıyordu,
Filistin'de birbebek, mermi kurşun yiyordu,
Filistin'de bir bebek, -suçum nedir? diyordu,
--Dinlemediler onu, tankla ezip geçtiler,
--Mevlaya kanat çırpan, minicik yürektiler.
Filistin'de bir bebek, boyandı al kanlara,
Filistin'de bir bebek, tükürdü insanlara
Filistin'de bir bebek, olmayan vicdanlara,
--Lanetler okuyarak, hak katına gittiler,
--Sevgi ışığıydılar, minicik yürektiler.
Işığımı söndüren köpek, siyonist, namert,
Allah şahidim olsun, siyoniste öcüm şart,
O minik yürek, benim yüreğime oldu dert,
--Gözümde yaş kalmadı, her gece ağlattılar,
--Daha bebekti onlar, minicik yürektiler. Alıntı....
KIŞ BAHÇELERİ
Dinmiş denizin şarkısı, rüzgar uyumakta,
Rıhtım boyu sonsuz bir üzüntüyle karaltı
Körfez düşünür, Kanlıca mahzundur uzakta,
Mazi gibi sislenmiş Emirgan Çınaraltı.
Can verdi kışın sunduğu taslarla zehirden
Her gonca kızıl bir gül açarken yolumuzda,
Üstündeki son dallar ağarmış diye birden
Pas tuttu nihayet suların rengi havuzda.
Yerlerde gezen hatıralar var korulukta;
Yapraklar, atılmış nice mektuplara eştir.
Mehtaba çalan sapsarı benziyle ufukta,
Binlerce dalın verdiği tek meyve güneştir.
İçlenme tabiattaki yekpare kederden,
Yas tutma dağılmış diye kuşlarla çiçekler.
Onlar dönecektir yine gittikleri yerden,
Onlarla giden günlerimiz dönmeyecektir.
Faruk Nafiz Çamlıbel
Ne hoş, ey güzel Tanrım, ne hoş
Mavilerde sefer etmek!
Bir sahilden çözülüp gitmek
Düşünceler gibi başıboş.
Açsam rüzgara yelkenimi;
Dolaşsam ben de deniz deniz
Ve bir sabah vakti, kimsesiz
Bir limanda bulsam kendimi.
Bir limanda, büyük ve beyaz...
Mercan adalarda bir liman..
Beyaz bulutların ardından
Gelse altın ışıklı bir yaz.
Doldursa içimi orada
Baygın kokusu iğdelerin.
Bilmese tadını kederin
Bu her alemden uzak ada.
Konsa rüya dolu köşkümün
Çiçekli dalına serçeler.
Renklerle çözülse geceler,
Nar bahçelerinde geçse gün.
Her gün aheste mavnaların
Görsem açıktan geçişini
Ve her akşam dizilişini
Ufukta mermer adaların.
Ne hoş. ey Tanrım, ne hoş,
İller, göller, kıtalar aşmak.
Ne hoş deniz deniz dolaşmak
Düşünceler gibi başıboş.
Versem kendimi bütün bütün
Bir yelkenli olup engine;
Kansam bir an güzelliğine
Kuşlar gibi serseri ömrün.
Orhan Veli Kanık
Çoklarından düşüyor da bunca
Görmüyor gelip geçenler
Eğilip alıyorum
Solgun bir gül oluyor dokununca.
Ya büyük şehirlerin birinde
Geziniyor kalabalık duraklarda
Ya yurdun uzak bir yerinde
Kahve, otel köşesinde
Nereye gitse bu akşam vakti
Ellerini ceplerine sokuyor
Sigaralar, kağıtlar
Arasından kayıyor usulca
Eğilip alıyorum, kimse olmuyor
Solgun bir gül oluyor dokununca.
Ya da yalnız bir kızın
Sildiği dudak boyasında
Eşiğinde yine yorgun gecenin
Başını yastıklara koyunca.
Kimi de gün ortası yanıma sokuluyor
En çok güz ayları ve yağmur yağınca
Alçalır ya bir bulut, o hüzün bulutunda.
Uzanıp alıyorum, kimse olmuyor
Solgun bir gül oluyor dokununca.
Ellerde, dudaklarda, ıssız yazılarda
Akşamlara gerili ağlarla takılıyor
Yaralı hayvanlar gibi soluyor
Bunalıyor, kaçıp gitmek istiyor
Yollar, ya da anılar boyunca.
Alıp alıp geliyorum, uyumuyor bütün gece
Kımıldıyor karanlıkta ne zaman dokunsam
Solgun bir gül oluyor dokununca
Behçet Necatigil
Sabahları aşık değilim dedim
Hakikaten de öyleyimdir
Her sabah rahat, neşeli olurum
Hatta sesime bakmadan türkü söylerim
Herkes gibi işime giderim bende
Çalışmak sanki özlediğim bir şeydir
Sonra yavaş yavaş o aklıma gelir
Havam bulutlanır gitgide
Peşinden koşmaktan yorgun düşerim
Çekilmez olur artık şehir
Bilirim şimdi kırlarda
Bir hayvan sakince suya eğilmiştir
Trenler geçip giderken küçük kuşlar
Durmadan yer değiştirir telgraf tellerinde
Gitsem gezinsem derim limanda
Rıhtım kahvelerinden birinde otursam
Bir şey içsem ve dönsem
Değiştirsem elbisemi,
Yahut uzanıp saatlerce uyusam
Belki bu dertten kurtulurum
Derim ama akşam olur
Gene kapına düşer yolum.
Necati CUMALI
Ne söyler bu türküler
Ay karanlık gecelerde yüzen gemiler
Sevilip sevdikten sonra
İnsan böyle yalnız mı kalır
Bahtına hatırlamak mı düşer
Ne söyler bu türküler
Bomboş ovalardan geçen trenler
Bir kere Menemen'den
Kolları kelepçeli bir adamla
Bir cardarma oturdular yanıma
Manisa'da indiler
Küçüktüm annem söyledi
"Atımın adı Dilber'dir"
"İskender Bey dayımdır"
Büyüdüm neden sonra anladım
Has bahçede kör sarmaşık
Karışık güller arasına
Ben şahin değilim
Yükseklerde uçamam tek başıma
Serçe kuşu değilim
İnemem nar dalından
Pınar başına
Pencerem denize karşıdır
Oturur düşünürüm bazı günler
Seni beni mahzun eden bu haller geçer
Gün gelir herkes gibi ben de ölürüm
Bu aşk yürekten yüreğe yeniler
Bir gün ağızdan ağıza dolaşır
Adına yaktığım türküler
Necati CUMALI
GÜNEŞ ÖZLEMİ
Çeksem kapıyı gitsem
Taşları arasında çimenler biten
Kaldırımlar boyunca gitsem
Açık pencerelerinden beyaz yorganlar görünen
Işıklı dut gölgelerinden
Fakir mahallelerinin akkavakları
Yalansız suyla güneşle büyüyen
Ordan öte katırtırnakları sarı sarı
Bir erguvanlar vardı
Pembe mi desem deli mi desem
Bu ümit olmasa içimde
Buralarda bir gün beklemem
Necati CUMALI
SABAHLARI SEVERİM OLDUM BİTTİM
Kalktım sabahı dinledim
4.20 bir yaz günü sabahı
Evlerin yüzü ağardı
Ağaçlar yeşile çıktı
Ben sabahları severim oldum bittim
Sabahları çocukları bütün başlangıçları
Kalktım sabahı dinledim
Kente giren caddelerde köylülerin
Geceden yola çıkan sebze arabaları
-Fırınların kepenkleri nedense hep aralıktır-
Çıplak ampul ışıklarıyla karışır sabahlara
Taze ekmek kokuları
Kalktım sabahı dinledim
Hanların önünde geceleyen
Koca koca kamyonlar kalktı
İşçi kahvelerinde çaylar demli
İstasyonlarda salepler dumanlı
Kalktım sabahı dinledim
Analar uğurladı çocuklarını
-Her serüvenden ilk sayfa-
Üstlerinde henüz yatakların doyulmamış sıcaklıkları
Bakışları otobüslerin trenlerin soğuk camlarında
-Hep ansıyacaksınız bundan sonra-
Ayrılıklar izleyecek ayrılıkları
Kalktım sabahı dinledim
Dudaklarımda okuldan kalma bir şarkı
Hani yorgundum yeniktim çaresizdim
Döndü - Evet dün
Dün bir kentti geride kaldı
Bu sabah bir başka kente indim
Necati CUMALI
UZAK HAZİRAN
İki dudak arası bir zaman
Gözgöze geldikse geçerken
Mayıs'la Haziran arasında
Yağmurlu bir saçak altından
Aşktı uçup giden üstümüzden
Aşktı değip geçen yanımızdan
Uyanıp kış uykularından
Şubat'la Mart arasında
Eylül'le Ekim arasında
Yaz sularından kıyıya çıkan
İki adım arası bir zaman
Gözgöze geldikse geçerken
Günlük güneşlik bir kaldırımdan
Aşktı uçup giden üstümüzden
Aşktı değip geçen yanımızdan
Aşktı görmedik bilmedikse
Kimbilir hangi Eylül bir daha
Hangi uzak Haziran
Tüm kırgınlıkları bir kenara attım bu gece.. Sildim beni üzen herşeyi... Pencerenin kenarına oturup yıldızları seyrettim saatlerce. Kendime bir yıldız seçip yanındakilere de sevdiklerimi yerleştirdim. Herkesi ama herkesi komşunun bebeğinin bile bir yıldızı vardı benim gökyüzümde...
Sonra tam benim yanımda bir yıldız daha farkettim ama adını koyamadım onun.. Düşündüm bu kim diye bulamadım hatırlayamadım! Eksik yoktu işte ailem arkadaşlarım hatta sönük yıldızlara eski dostları koymuştum...
Hayatımdaki herkes oradaydı ... Ama o yıldız! Hem de bana bu kadar yakınken... İsimsiz kalmıştı. Sonra telefonum çaldı. Nedenini anlayamadım ama hiç heyecanlanmadım göz ucuyla baktım kimmiş diye.. Bilmediğim bir numara! Biraz tanıdık geldi ama pek de umursamadım..Gökyüzündeki hayatıma döndüm ben isimsiz yıldız hala oradaydı yine düşündüm yine bulamadım kim olduğunu!!
Radyoda en sevdiğim şarkı çalmaya başladı. Ama bu şarkıyı neden bu kadar çok sevdiğimi hatırlayamadım! Sanki birine dair birşeyler vardı.. bulamadım! Yıldızlarıma baktım belki bu şarkının içinde kim sakladığını bulurum diye o isimsiz yıldız göz kırptı bana! Herşeyi herkesi düşündüm... Dinlediğim şarkılarıokuduğum yazıları yürüdüğüm yolları sakladığım umutları... Hepsinde aynı his vardı hepsinde aynı sıcaklık! Ama kimi taşıyordu bu kadar anı kimdi hayatıma böylesine işlediği halde hatırlayamadığım! Kimdi gökyüzümde bile yanıbaşımda durduğu halde adını koyamadığım!
Herşeyi bir kenara bırakıp...Bugüne kadar benimle olan ama bugün yok olanları düşündüm! O yıldıza baktım göz kırptı bana yine.. Bir an aklıma geldin! Sonra kırgınlıklarımı kızgınlıklarımı beni üzen herşeyi sildiğimi hatırladım! Doğru ya beni en çok üzen sendn! Tüm kırgınlıklarımın içinde sen vardın.. Onları bir kenara attığımda yok saydığımdasildiğimde... Seni de çıkarmıştım hayatımdan! Numaranı bile tanıyamadım o yıllardır ezberimde olan numarayı... Ya yıldıza ne demeli.. Benim yanıbaşımda bir görünüp bir kaybolan tabi ki sendin.. Nasıl unuttum ki!!!
Tam böyle düşünrken o yıldıza adını vermek için döndüm göz kırpmak için yanıbaşımdasın sonsuza dek oarada kalacaksın demek için döndüm... Ama yoktuN! Sadece sonsuzluğa doğru kayan bir ışık gördüm...!!!
Sessizliğin hükmettiği odamda bir başınayım yine. Hava soğudu sanki,kim bilir sen yoksun diye belki de bu titreme... üşüyorum...
Üşüyorum...
Kaç adımda biter bu yalnızlık?
Kaç uykusuz gece daha geçirmeli bu hüznü sıyırıp atmak için üzerimden?
Yine cevapsız sorular... Ne kadar da çoğaldılar.Her biri cevaplanmayı bekliyor ''Umutsuz Vakalar'' ardiyesinde...
Sustuğum kadar konuşuyorum içimden.Sırlarım var bir ben biliyorum bir de beni bilen Allah'ım
Susuyorum uzunca...
Kirlenmesin istiyorum safhane duygularım.El sürmesinler istiyorum yüreğime.
Tek sana kalayım istiyorum belki de...
Diyemiyorum.
Susuyorum uzunca....
Yanağıma vuruyor fırtına sonrası yağmur.Ağlıyorum.Hani çıksan diyorum karşıma aniden gülebilsem.Gülebilsek...
Yüreğim ağır gelmeye başladı artık.Anlıyorsun değil mi susmalarımdan?Ağır geliyor... Belki de fazla geldi bu sevda banabilmiyorum ama...
Gitmek için çok geç görüyorum...
...Seviyorum
Duyuyor musun?
Ya da... Boş ver duyma...
Susuyorum uzunca...
Susuyorum
Susuyorum
Kelimelerin anlattığı kadarım...
Ne anlatırsam anlatayım anladığın kadarım...
Her ortamda umutsuz vakadir ask.Önce cile cektirir sonrada cileden cikarir.
Bulbulde yillarca gule olan askiyla yanmis kavrulmustur.ugruna sarkilar yazmis
nagmeler etmissede gulumuz cok nazli cok kibirlidir.dunyadaki en guzel cicegim havasindan cikamiyor
birturlu bulbule kendine layik goremiyordu..bulbulumuz divane neyapacagini bilemez halde güle pervane olsada gül yüz vermez.
Bu arada Bulbulun sesinin güzelligi ülkenin dört bir yanında duyulur ve ister istemez ünlü olur.
onun gözu ne şanda ne şöhrette gülündedir sadece.
gulun aski ona aci veren bir dikendi adeta
nasibini almisti gulden bir avuc diken...
gul bulbulun ulkedeki ununu duymus sonunda kendisine layik olduguna karar vermistir.
haber salmistir bulbule ikindi vaktinde gelsin diye.
bulbul duyunca haberi kalbi yerinden firlamis sevinc cikciklemeri atmis sonrada gidip hazirlanmaya baslamis.
ozenle tuylerini taramis sesi acilsin diye baslamis sarkilar soylemeye
nihayet gelmis ikindi vakti. bulbulde gulun yana gitmek icin yola cikmis.sonunda kavusacakti
gulune artik hic ayrilmiyacakti yanindan.birakmiyacakti dalindan
gulun oldugu bahcedeydi simdi once uzun uzun suzdü gulu.gul alev alev yaniyordu.guzelligiyle goz kamastiriyordu.
sonra hadi bakalim yeter bukadar hasret dedi yanina gitmek uzere kanatlarini cirpti.oda ne idi.gulun basinda iki insan
gule yaklasiyorlar "napacaksiniz benim gulume "dedi ve atildi uzerlerine.adam bulbule vurdu bulbul yere dustu.
sonra hizla gulu kopardi.yanindaki kiza uzatti.kiz gulumsedi sonrada cekip gittiler bir anlik zevkleri icin bulbulu mahfettiler
bulbul kalkti yerden
gulun ömru ikindi vakti
Öldurdu beni
yarimin zalimce katli
gulsuz bulbul
bulbulsuz gul olmaz
sana olum gelmisken bana,hayat fayda saglamaz.gulun omru ikindi vakti bitti
ve bulbulun hayati böylece degisti....bulbulun hasreti bitmemisti.gul olmus bulbul dunyada hasretligiyle basbasa kalmisti.bulbul o gunden sonra sadece
ikindi vakti acı acı şarkısını söyledi. sevdiginin bahcesinde ona kavusmayi beklercesine...
Adam genç kadına seslendi
- Bana gözyaşı borcun var!
Genç kadın sordu
- Nasıl öderim?
Adam gözlerini kırptı
- Haydi gülümse!
Gülümsedi genç kadın. Adam, cebinden mendilini çıkarıp,borcunu sildi. Ve
mendilini özenle katlayıp, yine kalbinin üzerindeki iç cebine koydu. Bir
demet mor sümbül vardı kadının elinde. İkisi de bahar kokuyordu... Biri
ilkbahar,digeri güz.
Adam, seslendi yine
- Bana mutluluk borcun var!
Genç kadın, biraz mahcup, biraz şaşkın sordu
-Nasıl ödeyebilirim?
Heyecanlandı adam
- Haydi yat dizlerime!
Genç kadın bir kedi uysallığında, yattı dizlerine usulca. Adam, şefkatle
saçlarını taramaya başladı kadının.Saçları, güneşe ve yağmurlara hasret
hiç yaranmamış baharlara benziyordu. Çaresizliğini ördü sırasıra.Sonra
saçının her teline, mutluluğun çığlıklarını bağladı adam. Yetmedi, gizli
düğüm attı.. Ağladı. Hava kararmak üzereydi. Dışarıda yağmur yağıyordu
delice.
Adam, sürekli borç defterlerini kurcalıyordu. Genç kadının gözlerinin içine
bakti
- Bana yürek borcun var!
Borcunun farkındaydı sanki genç kadın. Şaşırmadı
- Bu borcumu nasıl ödeyebilirim?
Adam kollarını uzattı
- Haydi tut ellerimi!
Sümbül kokusu sinmiş ellerini uzattı genç kadın. Elleri öyle sıcaktı ki,
eriyiverdi bütün borcu avuçlarının içinde.Genç kadın gitmek üzereydi.Adam
son kez seslendi;
- Bana can borcun var!
Kadın irkildi;
- Can mı?
Sigarasından derin bir nefes çekti adam;
- Evet.. Can borcun var. Sensizlik öldürüyor beni!
Hoşuna gitti sözler kadının
- Peki bu borcumu nasıl tahsil etmeyi düşünüyorsunuz?
Adam, biraz daha
yaklastı;
- Yum gözlerini!
Hiç tereddüt etmeden yumdu gözlerini. Adam da yumdu gözlerini, masumca bir
öpücük kondurdu kadının titreyen dudaklarına.
- Bu ne şimdi yaptığın? diyerek çattı kaşlarını kadın...
Adam, pişmanlıkla, memnunluk arasında gidip geldi.Kekeledi
- Hayat öpücüğüydü!
Kısa bir sessizliğin ardından bu kez kadın öptü adamı şehvetle... Adam,
şaşırdı;
- Ya senin bu yaptığın neydi?
Genç kadın kapıya yöneldi;
- Veda öpücüğü! Kalan borçlarına karşılık.
Yürek dolusu çaresizlik ve bir
de mor sümbüllerini masanın üzerine rehin bırakıp gitti genç kadın.
Adam koştu peşinden sümbülleri geri verdi kadına
- Ne olur iyi bak umut çiçeklerime solmasınlar...
Genç kadın sümbülleri aldı
- Merak etme günaşırı sularım çiçeklerini!
Adam sevindi
- Güneşe, suya gerek yok. Gülümse yeter!
Kadın, gözden kaybolurken haykırdı adam
- Umutlarımı kefil yaptım. Unutma, bana aşk borçlusun!
Hoşgeldin Gülüm, Su Gibi Ömrün Olsun Yangınlarıma Sular Yağdırdın, Damla Damla Söndüm Serinledim Onar Onar Saydığım Kayıp Yıllarımı Onardım Saat Saat Bulundum Mechulden Gün Yüzüne Çıktım Günler Gördüm Yüzünde, Gönlümün Kapılarını Sana Açtım, Çalmadan Gir Diye Adıyorum Sana Onca Kırık Aşktan Sonra Arta Kalanımı
Hoşgeldin Gülüm Su Gibi Ömrün Olsun
Temize Çekiyorum Sende Bütün Yalanlarımı Senin Aşk'daki Kadrini Bilmek İçin Önce Kadersiz Aşklardan Geçmeliyim Sandım, Eksiltip Yoran Bütün Ayrılıklar.. Kavuşmaya Giden Yollara Çıkar, Vefayı Bozada Gülmeyi Gülhanede Unuttuğum Garip Bir Zamanda Çıka Geldin, Hoşgeldin Yitirlmiş Sevgililer Köyü Coğrafyama Hoşgeldin Bir Daha SeversemNamerdim Sokağına..
Mutluluk Bizim Olsun..
Bitti Dediğim Yerde Başlıyorsun Dindi Dediğim Yerden Oluk Oluk Kanıyorsun.. Beni En İyi Sen Tanıyor Sen Anlıyorsun, Ne Hoşgeliyor Ne Hoşgülüyorsun.. En Güzel Renkleri Komşu Kızların Gözlerinde Gördüğüm Solgun Sarı Bir Zamanda Çıka Geldin Hangi Yollardan Uğradın Durağıma Hoşgeldin Yitirilmiş Köyü Çoğrafyama Hoşgeldin Bir Daha Seversem Namerdim Sokağıma
Gece gibi iniyor gözlerime yalnızlık. Yağmur seslerinin buğusuna emanet edilmiş çocukluk şarkıları kadar uzak ve mağrurum. Önce şehre ağlıyorum sonra sana. Yusuf'un gömleği kadar hanif, Züleyha'nın gözleri kadar naif bir kent kuruyorum sana. Ey kan kızılı gözlerinde aşk manzumeleri nesreden sevgili. Tıpkı Yusuf'un hikayesindeki gibi; senin güzelliğini gören her şehir, letâfetinden sarhoş olup kendi bıçaklarıyla kendi parmaklarını doğrasın istiyorum.
Ki bir şehir gözlerinin güneşini içip güne başlıyorsa ve hala kendini yakmıyorsa, o şehirden intikam almanın vakti gelmiştir. Gözlerin ki; yaralı ceylanların susuzluğunu giderdiği sonsuzluk ırmağı. Bedevilerin çölsü yalnızlıklarına bir avuç serap. Gözlerin cennet diyarına ulaştıran köprüdeki zebercet taşlarının üstündeki parıltı. Herşeye olsa bile gözlerine ihanet etmemeli şehir. Gözlerin açılınca kıyamet kapanınca cennet. Cennete giden herkesin gömüldüğü bir güzellik kabri gözlerin.
Ey alnının halesinde mekki yalnızlıkları saklayan hüzün mevsimi. Ey ismini gül yaprağının suya dokunuşundan alan mesrûr sevgili.
Bir karanfil ölüyor avuçlarımda belli belirsiz. Şehirsiz çocukluğumun sığırtmaç eteklerine yuvarladığım senli günlerimle gidiyorum şehrinden. Bir şadırvanın ucuna bağladığım yüreğime kimsesiz çocuklar su serpiyor.
Önce şehre ağlıyorum sonra sana.
Ve Yusuf'ça bir vakarla.
Seni kalbimin zindanından âzâd ediyorum.
-II-
Sana kullanılmamış kelimelerle yepyeni bir cümle getireyim istedim Züleyha. Düşlerin, gerçeğin prizmasına yansıyan izdüşümüyle, "aşk" çizmeliydi kalbinin tualine ellerim. Ama ellerimi açık artırmaya sunulmuş bir gökyüzüne değdireli beri ziyankar bir yağmurun hamiliyim.
Sükutumun baş harfini sana bağışladıysam, naralarımın andacı sen olasın diyedir bu.
Adım Yusuf
Andım Yusuf
Acım Yusuf
Harcım Yusuf
Geceye adını mıhlarken sensizlikten lâl kesilmiş gözlerim. Denizlerin yakamoz değmemiş kıvrımlarına kalbimdeki kandan kalem ile şunu yazacağım.
Hiçbir harfi sensiz bir cümleye kurban etmeyeceğim.
III-
Ellerinin geceyi ürküten siyahlığı olmasaydı belki inanırdım zindanda olmadığıma. O zaman aşka meyyal yanlarımı savaşa sürmezdim. Ne bahşettiyse sana Rahman,
efdal gözlerine musaddık olan rüyalarında, hepsini hayra yorardım. Ama aşk, gömleğimin yakasına bulaşan kir oldu sadece. Bu yüzden Züleyha, aşksızlığa muttasıl eyledim kulbe-i ahzan'ımı.
Mintanım hüzünle örülüdür gelme peşimden. Ben kendi kardeşlerince ihanete uğrayan bir yürek taşıyorum içimin dehlizlerinde. Kan revan uykularıma rüyalarını maksud kılma Züleyha. Yakub'un gözleri kadardır kalbimin körlüğü. Bünyamin kadar acemisiyim aşkın ve andın.
Bana rüzgarlardan bahset Züleyha. Saçlarının çölsü yalımlarında alevlenen ateşten rüzgarlardan. Ki silinsin gömleğimdeki kirli gölgen.
Hayat içinde savrulmuş milyonlarca tohum var. Kimisi neşe, kimisi bereket, kimisi hüzün. Şimdi sonbahar ya belki de o yüzden sonbaharın diğer adı hüzün. Oysa sonbaharlardaki renk bereketini seviyorum ben, sonra sonbaharın yağmurlarını birde en çok. Bazen yağmuru aratmayan göz yaşlarına şahit oluyor yüreğim, bazen şahit olunan oluyor gözlerim..
Her şey iç içe yaşam içinde. Kötü varsa ancak iyinin olduğunun farkına varıyoruz. Güzellik çirkinin varlığına borçlu makamını nasıl ki zengin fakire borçluysa servetini. Mutluluk ise hüzne borçlu mahiyetini. Tezatsız dengelenemiyoruz dünyada! Siyah yoksa beyaz yok. Kötü yoksa iyi..
O yüzden arada akmalı yaştan gözler ve var olmalı hüzün hayatımızda gerektiği kadar. Kıvamında bir hüzünde gerekli ruhlara mutluluk ve huzurun kıymeti için. Bazen keyifle okunan bir kitabın satır aralarındaki baskı hatası nasıl kaçırsa da kitaba dair iştiyakımızı, satır arası hüzünler asla bozmamalı yaşam anlayışımızı..
Var olan ve başa gelen her şeye tevekkül edebilmek asıl olan.. O öyle bir Rabb'ki gereksiz ve hedefsiz tek bir zerreyi dahi yaratmayan ve bir yerden bir yere sevk etmeyen. O yüzden "Ey Rabbim! Senden ne gelecekse gelsin! Sen ki, rahmetinle de, kahrınla da güzelsin!" diyebilmek tüm kalple..
Beklenmedik satır arası hüzünleri tevekkül ile karşılamak, sabredebilmek. Her şeyi bir hediye hükmünde görebilmek. Bilinçli bir tercih aslında huzur ve mutluluk. Etrafa saçılan her türlü tohum aslında kişinin kendi tercihine bağlı olarak şekil alıyor zannımca. Hüznü dahi sevebiliyorsak eğer belli bir süre sonra mutluluk olarak geri dönüşümünü alabiliyoruz aslında.
O yüzden yaratılmış her şeyi sevmek gerek Yaradan'dan ötürü. O yüzden şefkatle kucaklayabilmek gerek kainattaki tüm zerrecikleri ve tüm yürekleri. Zengin borcunu ödemeli fakire ki, hak etsin iki cihan servetini . Zahmet vermeli biraz rahmete kavuşmak için. Merhamet etmeli kainata, merhamete mahzar olmak için..
Yaşayabilmek gerek her şeye rağmen, yaşata bilmek için . Hüznü de yaşamak gerek, mutluluğun kıymetini daha iyi bilebilmek için Var olmak gerek her şeye rağmen, var kılmak için. Barışık olmak gerek, en başta küskünlüğe mani olmak için.
Satır arası kadar kısa ve dar alanlara sıkıştı artık yaşamlarımız. Yine bu satır aralarında yaşanıyor hüzünlerimiz yada mutluluklarımız.. Satır arası alınan nefesler kadar hayatımız ve satır araları kadar da kısa artık yaşantılarımız. Bu kısacak zaman dilimlerini bereketlendirmek adına hep güzelden ve iyiden yana atsın nabızlarımız..
Bir okuma molasıdır belki satır arası yaşanılan bir hüzün. Kıymetini bilmek lazım, iyinin, hüznün ve güzün..
Guzellik Tanri'nin armaganidir, is ki, cirkinlikten ayirt edebilebilsin. Bunun icin ruha bakilabilsin, test icin sadece guzellige vurularak asIk olunmasin. Suskun bir manzaraya bakarak bir omur gecmeyecegi bilinsin.
Konusmadan, uzlasmadan, fikirleri cogaltmadan duygularin artacagi sanilmasin. Tersine ask artacagi yerde kiskanclik artar, boyle durumolarda da kiskanclik ask degildir. Senin egondur sadece. Cunku benligin ancak sahiplik tasalayarak var olabilir. Askla rekabete girer kiskanclik. Oyle olur ki, kiskancligi ask sanmaya baslarsin. Ask dayanamaz buna ve elinden kacip gider. Aski iyi tani ki, baska duygulari ask sanma. Hoslanmakla da karistirma. Hoslanmak, sana ait bir duygudur. Ask ise karsindakine aittir. Ask ozveridir. Vazgecmektir. Ask ozgurluktur, sahiplenme degil. Hapishaneyi yaratan nefrettir. Ve bilirsin, nefrette ask karistirilir. Birinden o kadar cok nefret ediyorssan, dikkat et, onu fazla dusunmek bagliliga donusmesin, aska karismasin.
Baglilik da bagimliliktan farklidir. Ask, bagliliktir, risktir, beraberliktir, sorumluluktur. Hoslanmakta risk yoktur. Bugun vardir, yarin ucabilir. Aska, soz verme hali diyebiliriz bu durumda. Birisine asIk oldum dediginizde, aslinda sunu soylemis olursunuz; "Ben senin ta icini, ruhunu gordum. Bedenin yaslansa da bir gun, farketmez. Ben seni bedeninle ve ruhunla bir kul olarak seviyorum" Hoslanmak, begenmek gecicidir,maddidir. Ask ise ruhsaldir.
Askin omru kisadir diyenler, aski baska duygularla karistiranlardir. Gercek ask sona ermez. Madde kaybolsa da enerji devam eder sonsuza kadar
O aski bulmak icin yasamaya deger.
Koskoca bir bahçede harikulada çiçekler içinde bir papatya.. Ve papatya aşık olmuş, yanmış tutuşmuş ak sakallı bahçıvana.. Bir ümit bekliyormuş. Yüzlerce çiçeğin arasından Onunla, sadece onunla saatlerce ilgilensin.. Buz gibi suyunu sadece ona döksün istiyormuş.. Sadece ona değsin makası, Sadece ona gülsün dudakları.. Kıskanıyormuş bahçıvanı, kırmızı güllerden, sarı lalelerden, mor menekşelerden.. zambaklardan.. Papatya, sadece bahçıvan için açıyormuş, Bembeyaz yapraklarını…
Bir gün, aşkı öyle büyümüşki.. Papatya yapraklarını taşıyamaz olmuş.. Eğilivermiş boynu.. Toprağa bakıyormuş artık.. Bahçıvanın sadece sesini duyuyormuş.. Ayaklarını görüyormuş.. Bunada şükür diyormuş.. Yetiyormuş ona, bahçıvanın varlığını hissetmek.. Zaman akıp gidiyormuş.. Papatya bahçıvanın yüzünü görmeyeli çok olmuş.. Ne var sanki boynumu kaldırsa…. Bir kerecik daha görsem yüzünü diyormuş… Ve işte bir gün…Bahçıvan papatyaya doğru yaklaımış.. İncecik bedenini ellerinin arasına almış.. Elindeki sopayı, köklerinin yanına, toprağa sokmuş bir iple papatyanın gövdesini bağlayıvermiş sopaya.. Papatya o an daha çok sevmiş bahçıvanı.. Hala göremiyormuş onu, ama bedeni kurtulmuş.. Uzun bir müddet sonra, bahçıvan uğramaz olmuş bahçeye.. Gelen giden yokmuş.. Kahrından ölecekmiş papatya.. Ama işte bir sabah… Hortumdan akan suyun sesiyle uyanmış.. Derin bir oh çekmiş.. Çılgıncasına sevdiği bahçıvan geri gelmiş.. Birden, kendisine doğru gelen iki ayak görmış.. Bu onun delicesine sevdiği bahçıvan değilmiş.. Başka birisiymiş.. Adamın elinde bir de makas varmış.. Papatyanın kafasını kaldırmış yukarıya doğru…. Ne güzel açmışsın sen öyle demiş.. Bu gencecik, yakışıklı bir delikanlıymış.. Gözleri gök mavisi, saçları güneş sarısıymış.. Ama gövden seni taşımıyor demiş. Elindeki makası papatyanın boynuna doğru uzatmış.. Ve bir hamlede başını gövdesinden ayırmış.. Papatya yere düşerken hatırlamış sevdiğini.. O ak saçlı, ak sakallı, yaşlımı yaşlı bahçıvanı hatırlamış.. Birde o gencecik, yakışıklı delikanlıyı düşünmüş.. Ve o an anlamış, neden o yaşlı bahçıvanı sevdiğini.. O her şeye rağmen, papatyaya emek vermiş.. Ona hiç bir zaman güzel olduğunu söylememiş, ama onu aslında hep sevmiş…. Papatya anlamış artık… Sevgi, emek istermiş… Yere düştüğünde son bir kez düşünmüş sevdiğini… Teşekkür etmiş ona içinden.. Son yaprağıda kuruduğunda, biliyormuş artık…. Gerçek sevginin, söylemeden, yaşamadan ve asla kavuşmadan da varolabileceğini…